BİR AVUKATIN GÖZÜNDEN GÜNEYDOĞU VE LOKANTACI SİVEREK’Lİ ÇAVUŞ AMİ
Çavuş Ami Siverek’te kerpiçten yapılmış otuz veya kırk metrekarelik bir dükkânda lokantacılık yapardı. Yaşlıydı ama yaptığı kebaplar efsane idi. Tabii bundan otuz beş sene önce… Bu yazımda belki artık kimsenin hatırlamadığı Siverekli Çavuş Ami’yi ve avukatlık döneminde yolumun onun lokantasına nasıl düştüğünü konu etmek istiyorum.
MALATYA
1975 yılında Malatya Barosu’ndan avukatlık ruhsatını o zaman baro başkanımız can insan Turan Fırat’tan aldım. Hakim veya savcı olmam çok kolaydı, çünkü kadrolar boştu. Tecrübe kazanmam için bir iki sene kamuda çalışayım dedim. Memleketimde, Malatya’da hazine avukatı olarak göreve başladım. Rahmetli Nebahat Önal ve Tansu Cibiceli ile devlet kurumlarını temsil ederek davaları yürütürdük.
O yıllarda gizli eller Malatya’da kargaşalık çıkarmaya çalışıyorlardı. Sağ sol, alevi sünni ayırımını gerçekleştirmişler, mahalleler parsellenmişti. Ölmeler öldürmeler almış başını gidiyordu. Bu bölünmelerin ne Malatya’ya ne de Türkiye’ye faydası vardı.
Bir tesadüf eseri 1977 yılında Malatya hazine avukatlığından istifa ederek Türkiye Petrolleri Batman Bölge Müdürlüğü’nde avukat olarak göreve başladım. Hazine avukatına göre çok daha fazla yetkilerimiz vardı. Arazi Bürosu amirliği, disiplin kurulu başkanlığı, sözleşmelerin tetkiki ve düzenlenmesi, ihale komisyonu daimi üyeliği, ihtilafların çözümü, davaların takibi gibi...
Petrolün nereden çıkabileceğini araştırmak, oranın koordinatlarını tespit etmek, mahalline uygulamak, sondaj yapılan alanın şartlarını sondaj yapabilecek hale dönüştürmek, lokasyona (sondaj yapılan alan) borularla su ve elektrik çekmek, yol yapmak, petrolü üretmek, rafinerilere göndermek, petrolü ayrıştırmak Türkiye Petrollerinin görevi idi. Adıyaman bölgesi o zaman Batman’a bağlıydı. Daha sonra ayrı bir bölge haline dönüştü. O sıralarda Rafinerileri de ayrı bir genel Müdürlük haline dönüştürdüler.
BATMAN
Perihan Sultan’la beraber ver elini Batman dedik. Batman’da 1977 yılının sonlarına doğru göreve başladım. Ne göreyim gizli eller Batman’ı da başka türlü karıştırmışlar. Kawacılar, Rızgariciler, Apocular, İGD ciler cirit atıyorlardı. PKK’nın 1984 yılında kurulduğu söyleniyor. Bu durum doğrudur. Amma bu örgütün Apocuların devamı olduğunu da biliyoruz. O zamanlar Batman’ın Siirt’e bağlı bir ilçe olduğunu da düşünürsek güvenliğin yeterince sağlanamadığını da tahmin edebiliriz. Apocular ilk önce bölgenin ileri gelenlerine, aşiretlere saldırdı. Evleri sararak silahlarla tarıyorlar, bazı yerlere mayınlar koyuyorlardı. Ağalar, aşiretler ile bir çeşit çatışmalar sabahlara kadar devam ediyordu. Jandarmaya fazla karışmıyorlardı. Ancak polislere karşı eylemleri oluyordu. Aşiretler; kimin hangi örgütten olduğunu fazla bilemediklerinden çatışmada zorluklarla karşılaşıyorlardı. Batman cadı kazanı gibi kaynıyordu. Orası Malatya’yı anarşik yönden aratıyordu ama Batman’da çok mutlu günlerimiz, arkadaşlıklarımız, dostluklarımız oldu. Bir Malatyalı olmama rağmen gerçek dostluğu Batmanlılarda gördüm. Önemli davalarım hep Batman’dan geldi. Malatya ve akrabalar beni herhalde avukat olarak değil de yazar veya türkücü olarak tanıyor. Ben halen avukatlığa devam ediyorum. Belki bu duyurumdan sonra Malatya’dan da önemli davalar gelir. Dile kolay 1997 yılına kadar tam yirmi yıl Batman’da kaldık. Çocuklarımın doğum yeri de Batman. Şöyle diyeyim ben 30 yıl Malatyalı 20 yıl Batmanlı ve de 18 yıllık Ankaralıyım.
TPAO BATMAN BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜ HUKUK MÜŞAVİRLİĞİ YANİ BİZİM GÖREVLERİMİZ
Bir defa petrolün her gittiği yerde bizim davalarımız olurdu. Bunun yanında esas vatandaşla diyaloğumuz arazi bürosunun müşavirliğimize bağlı olmasından ve de anlaşma ve pazarlıkla arazi bedelini ve alanını tespit etmek bizim görevimiz olduğundan köylere, dağların taşların başına gitmek zorunda idik. Ölçüm işlerini bize bağlı topoğraflar geçekleştirir ihtilafları da biz çözerdik. İstimlak olayına, çok nadiren ve mecbur kalırsak başvururduk. Bu sistem o zamanlar örnek bir sistemdi. Bölge Müdürlüğüne bir köylü yaklaşsa arkadaşlar “Selami Beyin adamları” derlerdi. Yani sadece Batman değil, Adıyaman, Diyarbakır, Hakkari. Siirt, Tatvan, Şanlıurfa… petrolün olduğu her yer bizim alanlarımızdı. Bu bakımdan Güneydoğuyu, Doğuyu ve de ahalisini iyi tanıdığımı düşünüyorum.
SİVEREK VE ÇAVUŞ AMİ
Siverek’te Şanlıurfa’da hele de Adıyaman’da ve köylerinde ve dağlarında petrol görevi nedeniyle dolaşıyorduk. İşler çok yoğundu, elemanlarımız azdı. Demek ki bizler biyonik insanlar gibi çalışmışız. O kadar yoğun işlerle nasıl başetmişiz hayret ediyorum. Ama görev ve işbölümünü çok iyi gerçekleştirdiğimiz için işler tıkır tıkır muazzam bir şekilde yürüyordu.
Siverek terör yönünden Batman’dan da Malatya’dan da daha beterdi. Apocular orada Bucak aşireti ile dalaşmıştı. O yıllarda değil Siverek’in içerisinde dolaşmak kenarından bile zor geçerdik. Siverek’in dörtte üçü boşalmıştı. Siverek ve Hilvan’a yaklaştığımız da Allah rahmet eylesin –aracımızı kullanan şoförümüz- Sabri Usta’ya gazla Sabri Usta derdim. 1980’li yıllarda olaylar biraz duruldu.
Görev nedeni ile dolaştığımız zamanlarda her yerde yemek yiyecek lokantalarımız vardı. Bir gün arazi bürosu elemanlarından Emin Usta mı idi yoksa Ahmet Altun mu idi, yoksa Feremez mi idi şimdi hatırlayamıyorum, “Siverek’te kebapçı Çavuş Ami var yemeğimizi orada yiyelim mi?” dedi. Tamam dedik daldık Siverek’e. Siverekte o zamanlar tek tük beton binalar vardı.
Gide gide tek katlı kerpiçten yapılmış köhne bir lokantanın önünde durduk. Üç veya dört kişiydik. Lokantacı Çavuş Ami ocağın başına geçmiş kebap yapıyordu. Yetmiş yaşlarında vardı, zayıfça idi, avurtları çökmüş, sakalları kırlaşmıştı, tek başına hem kebapları yapıyor hem de servisi. İçeride en fazla altı masa vardı. Bir masa bereket versin boştu. Kebaplarımızı ayranlarımızı ısmarladık, beklemeye başladık. Çavuş Ami bir heykeltraş edasıyla eti alıyor, şişle bütünleştiriyor, şekil veriyor ve korların üzerine diziyordu. Yanında duran domates, yeşil biber ve soğanı salata haline dönüştürüyor ve masaya getiriyordu. Yani, Çavuş Ami müşterinin ısmarlamasından sonra kebap ve salata yapmaya başlıyordu. O zamanlar hele de Siverek’te besi malı yoktu. Koyunlar yaylalarda otluyorlardı. Lezzetleri de mükemmeldi. Salata yeni yapılmıştı, kebap da öyle!
Ben Urfa’nın ve Siverek’in yeşil dolma biberine bayılırım. Acıdır. Hoş bir aroması vardır. Siverekten geçerken o biberlerden alırdım. Zamanın birinde fi tarihinde Malatya’da da o biberler yetiştirilirdi... Hele o yeşil biberler zevkime zevk katarlardı. Batman’da Urfa’lı Cuma dediğimiz meşhur bir kebapçı vardı. O da çok meşhurdu; bu yeşil biberleri özel olarak Siverek’ten getirtirdi. Allah rahmet eylesin vefatından sonra lokantanın geleneksilliğini bozmadan oğlu işletmeye devam etmiş.
Masaya gelen salatadaki biber ve domates ve etin güzel kokuları burnumuza kadar geldi. Hele de yanındaki sımsıcak açık ekmek mükemmeldi. Malatya’nın açık ekmeğine benziyordu. Kebapları ve salatayı dürüm yapıyor iştahla yiyiyorduk. Üzerine de ayran gel keyfim gel. O ne lezzetti ya Rabbim!
Ondan sonra da bölgedeki görevlerimiz sırasında mecbur kalmadıkça Diyarbakır, Adıyaman ve Urfa’da yemek yemedik. Varsa yoksa Çavuş Ami. Haydi Siverek’li Çavuş Ami’ye...
Bir gün yine Çavuş Ami’nin lokantasına uğradık. Çavuş Ami’yi göremedik. Ocağın başında çavuş Ami’nin yerinde genç birisi kebap pişiriyordu. Oğlu imiş, arasıra Çavuş Ami’ye yardım edermiş. Sorduk Çavuş Ami’yi:
- Rahmete gitti. Dedi.
Biz de rahmet diledik. Üzüldük tabii. Ayrıca babasının lokantasını bırakmadığı ve izinden gittiği için takdir ettik. Kebaplar gene mükemmeldi.
Bir ay kadar sonra yolumuz gene Siverek’e düştü, haydi gidelim Çavuş Ami’nin oğlu’nun lokantasına dedik. Çavuş Ami’nin köhne lokantasına daraba çekilmişti, kapalıydı. Yandaki bakkaldan sorduk, Çavuş Ami’nin lokantası niye kapalı dedik. Meğerse Çavuş Ami’nin oğlu yeni bir lokanta açmış. Vardık oraya; Çavuş Ami’nin oğlu betondan ve genişçe bir dükkanda lokantacılığa başlamış. Bir tarafa sanayi tipi buzdolabı koymuş, bir bakır kovayı salata ile doldurmuş, kebapları dizmiş, ayran zaten hazır. Kebaplarımızı, salatalarımızı ve ayranlarımızı ısmarladık. Çok geçmeden kebaplarımız geldi. Çavuş Ami’nin oğlu bir kepçe ile kovanın içindeki salatayı bir tabağa boşalttı. Kebabı ısırdık gacur gucur diye sesler geldi. Anladık ki kebap kart bir hayvanın etinden yapılmış. Salata da lezzetten yoksundu. . Böylece Çavuş Ami Efsanesi bizim için bitti.
MALATYA YÖRESEL LEZZETİ
Malatya kırsal alanda olduğundan dolayı yemeklerinde bulgur ve türevleri kullanılırdı. Her aile yedi sekiz haral buğdayı kaynatır, onu değirmenlerde; yarma, orta bulgur, baş bulgur, simit, gendimeye dönüştürürlerdi.Dolayısı ile evlerde bulgur ağırlıklı beslenirdik. Kış sebzelerini kışın, yaz sebze ve meyvelerini de ancak yazın yiyebilirdik. Çünkü: seracılık gelişmemişti. Yollar da nakliyeye uygun değildi. Malatya’da hayvancılık çok geliştiği için et yemekleri de önemli idi. Et yemekleri daha ziyade çarşılarda , bulgur yemekleri de evlerde yapılırdı.
Malatya yemekleri yeni yeni tanınmaya başlıyor, daha emekleme döneminde. Malatya’nın geleneksel tavasını, kâğıt kebabını, hatta açık ekmeğini el birliği ile tanıtabiliriz. Her ne kadar kebapçılar varsa da bu kebapçıların çoğu ticari zihniyetle hareket ettiğinden ( Düğün, cenaze, mevlüt yemekleri gibi) çarşı lokantalarına ve turizme yeterli değer verilmiyor. Mahalli kebaplarmızın ve yemeklerimizin eski lezzetinden uzaklaştığını da hissediyorum. Malatya dışından gelen kişilere ve turistlere hitap edecek ölçüde düzenli lokantalarımızın halen oluşmadığını düşünüyorum. Şehir merkezinde aklı başında çok az lokantamızın bulunması , hatta adam gibi içkili bir kaç lokantanın bulunmaması düşündürücüdür ve de önemli bir eksikliktir. Yöneticilere duyurulur.
Geleneksel lezzetimizin kaybolmaması için lokantacılar Çavuş Ami Efsanesinden inşallah ders alırlar.