Karacaoğlan Türk kültüründe bir simge haline gelmiştir. Heykelleri dikilmiş, adına anıtlar, mezarlar kurulmuş, bir insandır. Her köyün ve obanın birkaç Karacaoğlan’ı vardır. Herkesin kendine göre bir Karacaoğlan’ı vardır. Bu yazıda benim Karacaoğlan’ımı anlatacağım. Karacaoğlan’ı ilk olarak 10 yaşındayken, kitabından tanıdım. 50 yıldır O’nu tanımaya çalışıyorum. Çevremde aşıklığı devam ettirenler, O’ndan ilham alıyordu. Edebiyatta, müzikte, resimde, heykelde, tiyatro ve sinemada, tarih, sosyoloji, ilahiyat ve felsefede, diğer bilim dallarında kullanılmaya elverişli bir eğitim materyali olduğunu gördüğüm için 1970’li yıllardan itibaren bende de Karacaoğlan’ı öğrenme merakı başladı. O’nu tanıdıkça daha çok sevdim, sevdikçe daha çok tanıdım. Tanıdıkça hayranlığım arttı. Saygı ve sevgim devam ediyor.

Ortaokul ve lise yıllarımda Sadettin Nüzhet’in hazırladığı İstanbul Maarif Kütüphanesi tarafından yayımlanmış 1963 model, 18. baskısıyla Karacaoğlan, Hayatı ve ġiirleri adlı kitapla O’nu daha yakından tanıdım, tanıştık. Hayranı olduğum bir insan olduğu için hayatını ve eserlerini araştırmaya başladım. Aşığın Türkiye’de nasıl tanındığını da daha sonra araştırdım.
Ülkemizde Karacaoğlan araştırmaları, Cumhuriyetin kuruluşundan önce başlamıştır. Yunus’un olduğu gibi Karacaoğlan’ın keşfi de Rıza Tevfik ve Köprülü ile başlar. Rıza Tevfik ve Köprülü’nün Karacaoğlan’dan bahsettiği makalelerin tarihi 1913-1914’e uzanıyor. 1917 ve 1918’den sonra edebiyat gündemine daha fazla girmiştir. Karacaoğlan’ın şiirleri, ilk defa Konya’da 1927’de basılmıştır. 1928’de Harf inkılabından itibaren yeni metinlere, Yunus’un, Gevheri’nin, Pir Sultan’ın, Emrah’ın şiirlerine ihtiyacımız olduğu, yeni bir dil ve edebiyat geleneği kurmaya çalıştığımız günlerde Hızır gibi imdadımıza yetişmiştir. Kitabın ikinci basımı yeni harflerle 1933’te yapılmıştır. Yani Cumhuriyetimizin 10. Yılında. O yıllarda ülkemizde Okuma yazma oranı günümüze göre düşüktü. Ülke nüfusunun da düşük olduğu yeni yeni toparlandığımız yıllardır.
Dünyada ve Türkiye’de Karacaoğlan üzerine yayımlanmış ilk kitap, Sadettin Nüzhet’e aittir. 1928’de Konya Vilayet Matbaasında basılmış, Karacaoğlan, Halk Şairleri: II. Kitap’tır. Bu diziden ilk yayımlanan kitap ise, Sadettin Nüzhet’in ilk kitabı Gevheri’dir. Sadettin Nüzhet’in üçüncü kitabı Pir Sultan Abdal üzerinedir. Köprülü’nün takdimi ile yeni harflerle 1929’da İstanbul’da basılmıştır. Yazar, Aşık Ömer’le ilgili kitabını ise, 1935’te yine İstanbul’da yayımlayacaktır. Verem hastalığından, erken denecek bir çağda 45 yaşında aramızdan ayrılmıştır. Emeğine bir edebiyatçı olarak çok büyük bir değer veriyorum. O, 100’den fazla esere imza atan bir büyüğümüz, hocamız, müdürümüz, şeyhimizdir. Eserlerinden bugün daha çok yararlanıyoruz. İlk Karacaoğlan kitabını yazan bir büyüğümüz olduğu için O’na ayrıca saygı duyuyoruz ve rahmetle anıyoruz.
Köprülü, yaşamı boyunca yürüttüğü Türk Saz ġairleri üzerine çalışmalarına son nefesine kadar devam etti. Köprülü’nün Karacaoğlan kitabı yeni harflerle 1940’ta basılıyor. İkinci baskısı da Türk Saz ġairleri adlı 5 ciltlik külliyatın içinde yapılmıştır. (Milli Kültür Yay., Ankara1963) Karacaoğlan araştırmalarında Köprülü, daima Sadettin Nüzhet’i teşvik etmiş, daha sonra da Fevziye Abdullah’ı görevlendirmiştir. Bizim kuşak, Köprülü ve diğer hocalarımızın eserleri ile Yunus’la birlikte Pir Sultan ve Karacaoğlan araştırmalarına başlamıştı. Selman Mümtaz’ın Baku’da 1927’de basılan kitabında Karacaoğlan’dan söz edilmektedir.
Pertev Naili Boratav, İlhan Başgöz, Mehmet Tuğrul (1948 ve 1961’de MEB’den Karacaoğlan kitabı yayımlamıştır.), Ali Rıza Yalman (Yalgın), Ahmet Şükrü Esen, Yaşar Kemal, İshak Refet Işıtman, Taha Toros, Abdullah Toroslu, Zihni Ardıç gibi ağabeylerin Güney’de başlattığı ve Ankara’da sürdürdüğü Karacaoğlan çalışmalarını, Atatürk Üniversitesinde lisans eğitimim sırasında tanımıştım. İçinde Karacaoğlan’la ilgili pek çok araştırma inceleme ve derlemeye yer verilen İhsan Hınçer’in yayımladığı Türk Folklor AraĢtırmaları (30 yıllık, 366 sayılık) dergisini de Saim Bey sayesinde bu yıllarda keşfetmiştim. Yıllarca bütün sayılarını okuyup tamamladım. Arşivimde mahfuzdur. O güne kadar bir kişi olduğunu sandığım Karacaoğlan meğerse birden fazlaymış, içlerinden ilk dördü, beşi tanınıyor. Diğerleri unutulmuş ya da kayıtlara yeterince geçmemiş.
Atatürk Üniversitesindeki önemli bir şansım, Saim Sakaoğlu hocamın öğrencisi olmamdı. Yani, Karacaoğlan’ı yeterince tanımam için hem Saim Sakaoğlu hem de İlhan Başgöz hocamızı izlemem gerekiyordu. İki kıymetli hocamız başta Nasrettin Hoca ve Yunus Emre olmak üzere birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da yarışıyorlardı. Bu yarıştan kültürümüz kazançlı çıktı, geçen zaman içinde Karacaoğlan üzerine 100’e yakın kitap ile binlerce makale üretildi. Karacaoğlan, kültürel bir simge haline geldi ve her kuşak tarafından yaşatıldı.
O yıllarda Başgöz’ün Karac’oğlan (Cem Yay. 1977) adlı kitabı elimizde bulunuyordu. Buradan kültürümüzde en az beş Karacaoğlan olduğunu öğrendim. 16. Yüzyılda yaşayan Karacaoğlan’dan başka, 17. Yüzyılda yaşamış Güneyli veya Büyük Karacaoğlan’dan ve Yozgatlı Karacaoğlan’dan; 19. Yüzyılda Tarsus, Silifke çevresinde yaşamış Küçük Karacaoğlan gibi farklı aşıklardan haberim oldu. Sonradan Umay Günay hocamın Çukurovalı Karacaoğlan (1991) ve Rumelili Karacaoğlan (1992) başlıklı iki ayrı araştırmasını okuduğumu da hatırlıyorum. Belki, Karacaoğlan’ımız Rumeli’yi de dolaştığından ayrı bir kişiymiş gibi görünüyordu. Halide Cihangirkızı Kafkaslı’nın Baku’da Kiril alfabesiyle yayımlanmış Karacaoğlan, Hayatı ve Yaratılıcığı (1974) adlı doktora tezinden de haberdardım. O yıllarda yayımlanan Dergah’ın Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (C.V, s. 160-64)’nde yer alan Karacaoğlan maddesini ise, Mustafa Kutlu kaleme almıştır.
O da Yunus gibi bütün güzel sanat dallarına ilham oldu, model oldu, tüm aşıkların, ozanların başına geçti. Şairname’sinde;
Öksüz Aşık deyişleri aseldir,
Ezgisi çağrılır keyfe keseldir,
Karacaoğlan ise eski meseldir,
Biz şair saymayız öyle ozanı.
diyen Aşık Ömer’e o yıllarda dudak bükmeye, hangisinin (Karacaoğlan mı, Aşık Ömer mi?) daha büyük olduğunu tartışmaya başlamıştık. Her ikisinin yetiştiği çevre farklı olduğu gibi mizaçları da farklı olan iki sanatçı ile karşı karşıyaydık. Çevremdeki dost ve arkadaşlarımın kimi Gevheri’ye, Aşık Ömer’e yönelirken (Aziz ağabeyim Orhan Yavuz’a selam olsun.) kimileri Çıldırlı Şenlik’e (Ensar hocama uzun ve verimli ömürler dilerim.), Erzurumlu Emrah’a ve Sümmani’ye (Metin Karadağ ve Abdülkadir Erkal’e selam olsun) yöneliyordu. Ben de Saim Bey’in öncülüğünde, O’nunla birlikte Karacaoğlan’da derinleşmeye koyuldum.