Şiiri oluşturan üçüncü unsur yani şair, bu kara haberi öğrenince adeta yıkılır. Aradan yıllar geçse de ne zaman bir hana rastlasa Şeyhoğlu’nu hatırlayarak irkilmektedir. Han Duvarları’ndan birkaç yıl sonra (1927) Necip Fazıl Kısakürek (1904 -1983) tarafından yazılmış Otel Odaları, modernizmin doğurduğu, ürpertinin, korkunun, acı ve yurtsuzluk duygusunun erken şiiridir. Modernizm, evlerden, konaklardan apartmana ve konuta geçiş süreci olduğu gibi, hanlardan, kervansaraylardan da otellere geçişin sürecidir. Otel, cemaatın değil bireyin; yerlinin değil yabancının mekanıdır. Hanların, kervansarayların, mekanın geçici misafirlerini tanıştıran yapısı, bağımsız odalarla kaybolmuştur. Kültürümüzde dünya, bir han olarak algılanmıştır. Aşık Veysel’in iki kapılı bir han olarak simgelediği dünya, türkülerimizde “Dünya handır han içinde/ Yaşar insan gam içinde” diye anlatılmıştır.

Aşık Kerem, Erzurumlu Emrah gibi halk şairlerinin eserlerinde de hanların önemli bir yeri vardır. Tiyatro eserlerinde, roman türünde yazılmış kitaplarda hanlara ve kervansaraylara geniş olarak yer verilmiştir. Örnek olarak Yaşar Kemal’in Ağrıdağı Efsanesi (1971) adlı eserinde Doğu beyazıt ilçemizde bulunan İshakpaşa Kervansarayı önemli bir mekan olarak kullanılmıştır. Bir başka kitabımızda (Yaşar Kemal, Yazar-Eser-Üslup, Kültür Bakanlığı Yay., Ank. 1997) eseri ayrıntılı olarak incelediğimizden burada sözü daha fazla uzatmak istemiyoruz. Sözlerimizi bağlarken handan ve kervansaraydan bahsedip Hancıyı anmamak olmaz diye düşündük. Belli bir araştırma yapınca da Hanların edebiyatımıza en az 500 yıl önce girdiğini Aslı’yı bulmak için ömrünü hanlarda geçiren Kerem gibi hancıyla dertleşen halk şairlerimize rastladık. Geleneğin çağdaş edebiyatta da devam ettiğini şair ve yazarlarımızın bir mekân olarak hanlara ve daha sonraki dönemlerde otellere (Necip Fazıl Kısakürek’in Otel Odaları hatırlanabilir) kayıtsız kalmadıklarını gördük. Bunlardan biri de Bekir Sıtkı Erdoğan (1926-2014)’dır. Erdoğan,Binbirinci Gece başlıklı şiirinde hancı ile şöyle dertleşmektedir: Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş… Aman karanlığı görmesin gözüm! Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş. Sıla burcu burcu, ille ocağım, Çoluk çocuk hasretinde kucağım… Sana her şeyimi anlatacağım, Otur başucuma, sor yavaş yavaş Güç bela bir bilet aldım gişeden, Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan! Hancı n’olur elindeki şişeden, Birkaç yudum daha ver yavaş yavaş. Ben o gece hem ağladım hem içtim, İki gün diyardan diyara uçtum… Kayseri yolundan Niğde’ye geçtim; Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş. Garibim; her taraf bana yabancı, Dertliyim; çekinme doldur be hancı! İlk önce kımıldar hafif bir sancı, Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş. ,Bende bir resmi var yarısı yırtık, On yıldır evimin kapısı örtük! Garip, bir de sarhoş oldu mu artık, Bütün sırlarını der yavaş yavaş.

İşte hancı! Ben her zaman böyleyim, Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim! Kaldır artık, boş kadehi neyleyim, Şu benim hesabı gör yavaş yavaş… Faruk Nafiz ve Bekir Sıtkı Erdoğan’dan sonra, Hancı ile dertleşen üçüncü şairimiz Anadolu’yu ve Anadolu insanını içeriden tanıyan rahmetli Abdurrahim Karakoç (1932-2012)’tur. Şiirlerinin tümünde memleketin sorunlarından ve insanımızın şikayetlerinden bahseden şair, elbette kendi duygularını ve isteklerini anlatmaktan da geri durmamıştır.Mihriban şairinin Faruk Nafiz ve Bekir Sıtkı’nın şiirlerinde dertleştiği muhayyel Hancı ile sırlarını paylaştığı bu eserini de anmadan geçemeyiz. Sözlerimi rahmetli şairinHancı şiiri ile tamamlıyorum: Hancı Bilir misin hancı, bu güne kadar Hanından kaç yolcu çıktı bu yola? Sıladan gurbete giden yolcular Kaç damla gözyaşı döktü bu yola? Getirmeden bu yolların sonunu, Kaç yolcu son durak yaptı hanını? Kaç yolcu bu yolda verdi canını, Ecel kaç yolcuyu çekti bu yola? Akar bir oluktan beş dağın karı, Demişler adına 'hasret pınarı' Şu mezarı gölgeleyen çınarı Kimin için kimler dikti bu yola?

Kaç aşık bu yolda zaman eritti, Kaç yorgun hanında terin kuruttu. Bu taşlı yol kaç çarığı çürüttü Kaç topuğun kanı aktı bu yola? Yollar kıvrım kıvrım, dağlar sıralı, Düşünürüm, yollar beni yoralı. Kaç ceylan iniyor böğrü yaralı Her gecenin seher vakti bu yola? Ben bilmedim gitti n'olur sen söyle, Bu yollar kararsız uzar mı böyle? Yar için iç çekip, karşıki köyde Hangi göz kaç sene baktı bu yola? Konuşmamı dikkatle dinlediğinizden dolayı hepinize teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım. Her sayısını dikkatle okuduğum Bizim Külliye dergisininev ağırlıklı Edebiyat ve Mimaridosyasını (S.84, Haziran-Temmuz-Ağustos 2020, 112 s.) inceleyince hanlar ve kervansarayların ihmal edildiğini gördüm. Bu vesileyle daha önce bir panelde sunduğum yayımlanmamış bu çalışmayı okuyucularla da paylaşmaya karar verdim. Bir başka yazıda Edebiyatımızda Zindan, Yusufiye ve Hapishaneler üzerinde durmak istiyorum. Oralarda da karşımıza zindancı çıkıyor. Bakalım şairler ve yazarlar zindancıya neler söylüyorlar, neler anlatıyorlar. Zindancı onlara neler söylüyor. (7. Uluslararası Kervansaray Buluşması, “Melita’dan Battalgazi’ye Tarih, Arkeoloji, Kültür ve Sanat Günleri” (05.09.2015)’nde düzenlenen panelde sunulmuştur. İlk defa yayımlanmaktadır.)