Herkes yaşadığı hayatı farklı şekillerde yorumlayabilir. Bizim ülkede, kimi inancına, Kimi düşüncesine, Kimi etnik yapısına, Kimi ekonomik durumuna, Kimi cinsiyetine, Kimi yaptığı işe, kariyerine göre yorum yaparak farklı sonuçlar elde edebilir. Yorumun sonucu ne olursa olsun hepsinin temelde tek tutkusu yaşamaktır. Ve tabiiki bununda en doğal olanı, hep daha iyi bir şekilde yaşamaktır. İnsanlığın bu yaşam mücadelesi kendisini eski ilkel tarihinden alıp bu güne kadar getirmiş, bundan sonrada daha ileriye doğru götürecektir.
Yine kim nasıl yorumlarsa yorumlasın, herkesin yaşadığı süreç ve sistem içerisinde öyle ya da böyle kendince kimi bireysel, kimi toplumsal sorunları oluyor. İşte; yaşamını güzelleştirmek için kendisinin karşısına çıkan bu sorunları çözmek için, önüne çıkan engeli aşmak için göstermiş olduğu her tepki, her çaba doğrudan siyasetin kendisidir. Yani küçük, büyük her mücadele onu doğal bir siyasi sonuca götürür.
Her ne kadar, bizim gibi ağır sorunlarla boğuşan geniş toplumsal kesimlerin olduğu toplumlarda bazı kişi ve kesimler siyaseti sadece siyasi parti ve kuruluşların dar alanına sıkıştırıp toplumun diğer geniş tarafını bundan soyutlamaya çalışıyor ise de sonuçta bireyin toplumsallaşmış, sosyalleşmiş olduğu günden bu yana hayatta kalmak için göstermiş olduğu her çabası doğrudan ve ya dolaylı olan bir siyasi faaliyet şeklidir.
Bizim gibi ülkelerde birey toplumsallaşma sürecinde örgütlü bir sosyalleşme yaşamadığı için siyasi faaliyetleri sadece siyasi parti ve örgütler gibi dar bir alana hapsederek ondan bir sonuç çıkarmaya çalışır. Bunda dolayıdır ki günlük yaşamında kaynaklanan bir sorunu hakkında bir soru ve ya öneride bulunulduğu zaman verdiği cevap, kısaca bunlar siyasete giriyor, bu partilerin işi bende siyasetle ilgilenmiyorum oluyor.
Aslında verilen bu cevapta şöyle bir sonuçta çıkıyor.
Vatandaş, birey siyasetin farkında ama siyaset özgür bir şekilde yapılmadığı için kendisini riske etmek istemiyor. İşi partilerin sorunu olarak görüp kendi üzerine düşen sorumluluktan bir anlamda kaçıyor.
Tam şark tipi bir siyasi yaklaşım.
Bireyin toplumsal tabandaki bu yaklaşımı en çok bu toplumlarda siyaset yaparak iktidar olan siyasi partilerin ve bu partilerin yönetimlerini ele geçiren küçük bir elit kesimin işine gelir. Bundan dolayıdır ki siyasi parti yöneticileri toplumun siyasi faaliyetini sadece seçimden seçime sandığa gidip oy vermekten ibaret olduğunu iddia ederek insanların geniş anlamda siyaset ile ilgilenmesine sıcak bakmazlar.
Şimdi; Temelde kiminle konuşsan, İşçi, köylü, işveren, esnaf, emekli, işsiz, öğrenci, öğretmen, ev hanımı tereddütsüz toplumun tüm kesimleri temel yaşam standartlarının gittikçe geriye doğru gittiğini, yarınlara dair kaygılarının gittikçe arttığını her fırsatta bir şekilde dile getiriyorlar. Bir anlamda partilerden bağımsız, kendiliğinden gelme kendi aralarında kendi sorunlarını bir şekilde birbirlerine anlatarak deşarj olaya çalışıyorlar. Bakıyorsun, yine tereddütsüz her partiye oy veren seçmenin temel beklentisi, kaygısı ekonomik sorunlarından kaynaklı beklentiler.
Kimse gidişattan memnun değil.
Yarının dan emin değil. Sorunlarına siyasilerden gelen çözüm önerileri güven vermiyor. İçine sürüklenmiş olduğu ekonomik bunalıma şimdi de siyasi güvensizlik, çözümsüzlük ekleniyor. Yani partilere oy veren seçmen bile artık oy vermiş olduğu ve oy verecek olan seçmen bile bu konuda oy vereceği partilerinin bu konuda çözüm getireceklerinden umutlu değil.
Her seçmen, sadece önyargılar ve algılar üzerinde sınıflandırılarak oy vermiş olduğu siyasiler ve partilerine güven duymuyor. Ondan olacak ki bazı siyasiler kendi seçmenini ikna etmek için bu dünyadan değil cennetten umut vaat ediyor.
Dolayısı ile ekonomideki kötü gidişat siyaseti de önüne katmış derinleşerek gidiyor.
Çözüm olur mu?
Bu tabloda zor görünüyor.
31 Mart'ı bekleyip göreceğiz.