İnsanlar şaşkın. Yalnız sıradan insanlar mı? Koca koca okuyup yazan insanlar. Okuyup yazdıklarının üzerine bir kez daha okuyup, adlarının önüne doktor, mühendis, avukat, savcı, Prof. Dr. Yazdıranlara, sonra bir de söylediklerine, yazdıklarına ve saatlerce televizyondaki tartışmalarına bakıyorsunuz. Gürültü ve uğultudan ne söylediklerini anlayamıyorsunuz. İnanınız ne söylediklerinin kendilerinin de farkında olduklarını sanmıyorum. Konuşuyor konuşuyor, konuşuyorlar. Sonra bakıyorsunuz hep bir ağızdan konuşuyorlar.
Oysa günümüzde 18. Yüzyılın başında olduğu gibi fırtına kopmuş, yağmurlar sele dönmüş, eskinin neyi var, neyi yok, katı olan ne varsa her şeyi önüne katıp buharlaştırıp, süpürüp alıp götürüyor. Günümüzde rüzgârın fırtınaya dönüştüğü, uğultusunun sele dönüştüğünün ve elimizdeki katı olan ne varsa her şeyi buharlaştırıp götürdüğü, ‘’yeni bir gelecek, yeni bir çağın’’ bizi beklediğini ne yazık ki gürültüden göremiyoruz. Oysa emareleri bize, bizlere, geliyorum diyor.
Önce hele bir 16. Yüzyılda ne olmuş ona kısaca bir göz atalım sonra günümüze döneriz. 16. Yüzyıl başlarından başlayarak, bir yandan bilimle uğraşanlar sessiz sedasız hiçbir gürültü koparmadan, iktidarı ellerinde bulunduranlardan hiçbir maddi ve makam çıkar beklemeden bilimlerini üretiyorlar. Ürettiklerini ‘manifaktür’ sahipleri hemen alıp, ürüne çevirerek maddi servetlerine maddi servetler katıyorlar. 18. Yüzyıl başlarına gelindiğinde ‘manifaktürden’ fabrikaya, adları da ‘iş’ sahipliğinden ‘burjuvaya’ dönüşüyor. Artık onlar ‘teolojinin’ vaat ettiği cennetle! Yetinmiyorlar. Cenneti vadeden ve adına sekülerleşme dedikleri , ‘teolojiden ve teologlardan kurtulup, doğrudan ‘ iktidar cennetini! istiyorlardı. Özgürlük, Eşitlik, Adalet diye ürettikleri kavramlarla milyonları ayağa kaldırıp önce 1789’da Fransa’da, daha sonrada dünyadaki ‘çıplak krallık!’ Ve ‘çıplak imparatorlukları!’ alaşağı edip adına da ‘ulus devlet’ deyip, dünyada ‘ulus devletleri’ yaratıp ve esasen, ‘ulus devletlerin’ başına oturmasalar da, ulus devlet iktidarının ‘DÜMENİNİ ELE GEÇİRDİLER.’
Daha 1999 yılının 24 Nisan’ında Malatya Yorum Gazetesinde, bugün günümüzde olup bitenlere ilişkin bir şeyler söylemiştim. Bugünün ‘YEREL YÖNETİM’ seçimlerinde yaşananlara ve her partide yaşanan ‘BELEDİY BAŞKANLIKLRINDA’ o günlerde işaret ettiğim günlere geldiğimizi görüyorum.
‘ Günümüzde; fabrikalar kentlerden sanayi bölgelerine, işçiler kentlerin içinden kenar mahallelere taşınırken, öğretilenler de aynı olmaktan çıkmaya başladı. Birleri bilgisayara taşınırken, birileri sokağa taşınıyordu. Artık rekabet başlamıştır. Herkesi farklılaştıran bir dönem yavaş da olsa başlamıştır. Farklılaşma sorgulamayı, sorgulama ise, yorumlamayı doğuruyordu. Hiç kimse kendine öğretilenle ve verilenle yetinmiyordu. Bilgi yerinde durmuyordu. Ona ulaşan ertesi gün yeniden ulaşmak zorunda kalıyordu. Bir gün önceki kavramla bir gün sonrayı yorumlamak zorlaşıyordu. Kentlerde öğretilenler ve verilenler, yeniden yeniden sorgulanmaya ve yorumlanmaya başlandı. Bu nedenle de, 21. yüzyıl ketlerin yüzyılı olacaktır. Günümüzde siyasetin en ciddi ve en derin yapıldığı yerler yerel yönetimlerdir. Böyle de olmalıdır ve olacaktır da. Yerel demokrasinin güçlenip geliştiği ve serpildiği bir yüzyıl bizi beklemektedir. 24 Nisan 1999 Malatya Yorum Gazetesi’
Bugün ‘belediye başkanlıkları etrafında kopan fırtına neyin habercisi?’
Hadi bir kehanette daha bulunayım. Burjuvazi; 18. Yüzyılda Avrupa da özgürlük, eşitlik, adalet, kardeşlik ateşini körükleyip yığınları ayaklandırıp iktidarını ele geçirdikten sonra, 12-16 saat boğaz tokluğuna çalıştırdıkları işçilerin ürettikleri bütün değerlerine el koydukları gibi, işçilerin geleceklerine ait bir güvencelerine de yer vermediler. Öyle ki o yıllarda, çalışma yaşını 8 yaşa kadar indirip, insanların ürettiklerinin zenginliğinden yararlanarak, dünyanın bütün yer altı yer üstü zenginliklerini ülkelerine taşıdılar. Bununla da yetinmedi. Avrupa dışındaki kaynakları kendi aralarında paylaşamadılar ve insanlık âleminin başına ‘ulus devleti’ oturtup, sonra da, 1. Dünya Paylaşım savaşında o icat ettikleri ulus devletleri birbirlerine kapıştırarak. 20 milyon insanın katline, 2.Dünya Paylaşım savaşında 60. Milyon insanın ölümüne, milyonlarca insanların sakat, evsiz barksız kalmalarına, yine milyonlarca insanın yerlerinden yurtlarından edilmesine sebep oldular.
Bu kez de devleşen dünya ‘burjuvaları’ zenginleri, dünyadaki bir yılda üretilen mal ve hizmetlerin 375 trilyonun yarısından fazlasına el koyarak, ‘ulus devletlerin’ peşine düştüler. Bu kez de milyonları kentlerde toplayarak ‘Ulus Devletlerin’ canına ot tıkayarak,‘site!’ devleti kurma ve oraları da kendileri yarattıklar ‘akıllı robotlarla’, kentleri ve dünyayı yöneltmeye talipler.
Bunların ilk ayak sesleri Afganistan, Irak, Arap Baharı teranesiyle ‘Orta Doğu’ devletlerini parçalamalarında gün yüzüne çıktı. Bu parçalamaya yönelik hareketler ve Güney Amerika ve Bolivya da olan bitenler bize bir şey söylemiyor mu?
Son olarak günümüzde olan şu olaylara ne demeli? Acaba bunlar neyin ayak sesleri?
Akdeniz’in deniz sularına bir botla karşı kıyıya varmak için dalgaların kucaklarında çırpınıp, çoluk çocukları ile kaybolan insanların dramı. Dünyanın her yerinde savaştan kaçan milyonların sığınacak bir dal araması. Fransa sokaklarını dolduran ‘sarı yelekliler.’ Ya da ABD’de’Wall Street'i İşgal Et’’ hareketleri neyin habercisi.
Merhametin, vicdanın, ahlakın ‘Buharlaşıp Gittiği’, yerine önce beyaz yakalıları, sonra da bu günlerde ‘Bilgi Toplumu’ yaratıyoruz diye ‘Yapay Zekâ’ hareketini yaratarak, insanlık tarihinin on binlerce yılıdır bugüne kadar ürettiği maddi ve manevi değerlerine, kültürüne yine birileri bu günlerde el koyma hazırlıklarımı yapıyorlar dersiniz, sevgili okurlarım?