Modern anlamda sosyal devlet uygulamalarının, 19. yüzyıldan itibaren beliren ve Sovyetlerdeki 1917 devrimiyle doruğa ulaşan sosyalizm tehlikesine karşı batıdaki bazı devletlerin aldığı belli başlı tedbirlerle başladığını ifade etmek mümkündür. Ancak bu uygulamaların düşünsel anlamda bir doktrinalkimlik elde etmesi, özellikle 1929 ekonomik bunalımının ardından J.M Keynes tarafından sağlanmış ve sosyal devlet uygulamaları felsefi bir yapıya kavuşmuştur. Oluşan bu yeni yapı sonrasırefah devleti uygulamaları hızla yaygınlaşmış, sisteme düşünsel anlamda birçok yeni katkı yapılmış ve sosyal refahın maksimizasyonu amacıyla devletin ekonomiye aktif ve kapsamlı müdahalelerde bulunduğu bu politikalar, 1970’lerdeki stagflasyon krizine kadar sürmüştür.

Refah devleti uygulamalarına baştan beri karşı olan, sert eleştirilerde bulunan klasik liberal çizgideki iktisatçılara, 1970’lerdeki stagflasyon krizine kadar pek itibar edilmemiştir.Liberal politikalar, 1980’lerden sonra tekrar politik iktisat alanında hakim paradigma haline gelmiş ve bu politikalar uygulanmaya konularak; aynı zamanda düşünsel ve uygulamalar anlamında refah devletinin kurumsal olarak kapsayıcı sonuçlarını ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalarda hızlanmıştır.
Bu politikaların uygulayıcısı ve öncüsü ABD Başkanı Reagan ve İngiltere Başbakanı Teacher serbest piyasa ekonomisini dünyaya dayatmıştır. Türkiye’de de neo-liberal politikalar 24 Ocak 1980 kararlarıyla uygulamaya konulmuştur. Bu politikalar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de zenginin daha zenginleşmesine, yoksulun daha da yoksullaşmasına neden olmuştur.
Sovyetlerin çökmesi ile birlikte sosyal politikalara saldırılar daha da artmış,sosyal devlet tahrip edilmiştir. Bu yöndeki birikim ve kazanımlara karşı çıkılmıştır. İnsan, doğa ve çevre piyasanın insafına terk edilmiştir.
Neticede insanı acımasızca sömürüp yoksulluğa terk eden kapitalizmin bu uygulaması; daha fazla kâr için doğayı tahrip etmiş, çevreyi hızlı bir şekilde kirletmiş ve dünyayı adeta nefes alamayacak bir noktaya getirerek, insanlığı koronavirüs belasıyla karşı karşıya getirmiştir.
Piyasa ekonomisin görünmez eli, bırakın koronavirüs ile mücadele etmeyi, maske fiyatlarını bile fahiş fiyatla piyasaya sunarak, adeta insanları virüs karşısında savunmasız bırakmıştır. Bu durum karşısında devletler, şeytanlaştırarak terk ettikleri sosyal politikalara geri dönmek zorunda kalmışlardır.
Koronavirüs, insanların bugüne kadar görmedikleri veya görmek istemedikleri sistemin sorunlarını, aksayan yönlerini, insanların gözlerinin içine sokmuştur.Koronavirüsledünya, yeni bir krizin eşiğine gelmiştir. Koronavirüsten sonra dünya eski dünya olmayacaktır.Dün nasıl vahşi kapitalizmin sömürüsü karşısında insanlar yeni arayışlara girmişlerse, bugünde yaşanan sistemin krizi karşısında insanların gündemine yeni bir düzen arayışı girecektir…
Bu arayışa cevap verebilecek, merkezine insanı, doğayı ve çevreyialan sürdürülebilir sistemli demokratikbir yönetim anlayışının ortaya konulması,insanlarda bu konuda beklenti ve güven yaratılması önemlidir.
Yoksa bu arayış, toplumları popülist otoriter liderlerin peşine takıp, insanlığıfelakete de sürükleyebilir!