Sebepten sonuca yürürken, sebebin etkilediği ve etkileyerek değiştirdiği şeyleri görmeden anlamadan, yalnız sonuca bakarak olay ve olguları açıklamaya çalışırsak, sebebin ortaya çıkardığı olay veya olguları doğru okuyamaz ve karşımıza çıkan yeni hadiseyi, olay ve olguları ortaya koyamayız diye düşünüyorum.
Yine aynı şekilde sebeple sonuç arasındaki zincirin her bir halkasını yerli yerine doğru olarak koyabilirsek vardığımız sonucun analizini daha doğru tespit edebiliriz. Dünü bilmeden bugünü, dünden bugüne gelinen yoldaki süreçleri, bugüne taşıdığı biriktirdiği sorunları görmeden, yalnız bugüne bakarak, bugüne hüküm vermek ne kadar doğru olur? Onu da hemşerilerimizin takdirine bırakmak istiyorum.
Ben bu anlayıştan yola çıkarak ‘suyumuzun yol hikâyesini’ edindiğim bilgilere, eldeki verilerle, yaşadığım olaylara ve olgulara bakarak, isim vermeden, kimseleri suçlamak amacıyla değil de, dönemin şartları içerisinde yapılan yanlışları görebildiğim, bakabildiğim kadar ve kısıtlı bilgilerle de olsa elimden geldiğince açıklamaya çalışacağım. Geçmişten bugüne taşıdığımız getirdiğimiz biriktirdiğimiz pürüzlere ne kadar anlayışla ve doğru yaklaşabilir, önerilerde bulunabilirsek, geleceğe o kadar emin adımlarla yürürüz diye de ayrıca düşünüyorum.
Bugünlerde suyla ilgili sıkıntılarımız ve problemlerimiz var mı, var. Kamuoyunca açık açık dillendirilen ve tartışılan konun adını ve işleyişini doğru koyalım. İçme suyumuz kaptajdan çıktığından musluklarımıza dökülene kadar olan yürüdüğü yolda yol kazalarına uğruyor. Buna evrensel dille söyleyecek olursak, ‘Suyumuzda Kayıp Kaçak Var.’ Hem de üst seviyelerde. Bunu başta Büyükşehir Belediye Başkanımız Ahmet Çakır Başkanımız olmak üzere, Maski Genel Müdürlüğümüzün üst düzey yöneticileri de söylüyor. Ancak; hemen şunun altını önemle çizmek istiyorum ki, bununla suyumuzun sağlıksız ve kalitesiz olduğunu söylemiyorum. Diğer şehirlerdeki arıtılıp kullanmaya ve içmeye sunulan içme sularının çok önemli 99’undan, şehrimizdeki suyumuzun hem daha kaliteli, hem daha sağlıklı olduğunu biliyorum. Bunun kanıtı ise içme suyumuzla ilgili yapılan analizlerin, yapılan tahlillerin sonuçları ortada. Eğer bu konuda suyumuzu şişelere hapsetmeye çalışan ve bilimsel verileri olduğunu sanan söyleyenler varsa çıksınlar ortaya. Arada laf dedikodusu yapıp, suyumuz üzerinden bilgi kirliliği yaratıp suyumuzu şişelere hapsetmeye çalışmasınlar. Kendine güvenen bilimsel geçinen insanları varsa çıksınlar ortaya. ‘Halep ordaysa arşın burada’ diye bir deyimimiz var ya. Diyeceksiniz ki sömürgeciler, emperyalistler Halep mi? bıraktı ortada. O da başka bir yaramız. Maski yetkililerimizin kaynağımızdan ve musluklarımızdan alınacak örnek içme suyumuzun tahlillerinin yapılmasına da açık olduklarını buradan ilgililere kendi adıma iletmek istiyorum.
Geçerken şu bilgi notunu da aktarmadan geçemeyeceğim. Ben 79 yıldır bu suyu içiyor, kullanıyorum. Hemen yine geçerken söylemek istiyorum. Şimdi Niyazi Mısri Caddesinin İsmetiye Mahallesinin girişindeki Asılzade Otelinin bulunduğu evi 1935 yılında Rahmetli Babam İbrahim Demirkök yapmış ve ben 1938 yılında bu evde doğmuşum. 1943-1944 yıllarından beri hafızamın bir köşesinde yer edinmiş olan evimizin eyvanında, (avlusunda) 2,5 metre derinliğinde kuyumuz olduğu gibi, eyvanımızın hemen ön tarafında Pınarbaşı’ndan suyumuzun aktığı bir musluğumuz ve evimizin karşısındaki Aksoğanoğlu Çıkmazının girişinde de mahallemiz sakinlerinin içme suyunu aldıkları ‘emme basma tulumba’ çeşmesini çok iyi hatırlıyorum. Yine 1950’li yılların başında Gündüzbey Pınarbaşı’nın üç havuzu vardı ve açıkta idi. Mahalle halkı olarak o havuzların etrafında piknik yaptığımız biliyorum. Buralara yani içme suyumuzun, 58 kayıp ve kaçak oranlarına bir günde, ya da yalnız bugünlerde geldiğimizi düşünmüyorum. O zaman buralara nasıl geldiğimizi anlamak için şehrimize suyumuzun kaynağından, musluklarımıza kadar taşınmasındaki yolculuk hikâyesine kısaca bir bakalım ve bu arada suyumuzun başına elbirliği ile neler getirdiğimizi görelim.
Kurulacak her yeni yapı, eski yapının taşlarının doğru okunması ile anlaşılır. Bu süreçte eskinin yapı taşlarının olumlu olanlarını alıp, eskimiş, köhnemiş, yeni yapıyla uyum sağlayamayacak taşlarını bir yana kenara bırakarak yol almak lazım. Yoksa eskinin eski taşları ile oyalanmak, yol almak bize zaman kaybettirmekten başka bir şey sağlamaz.
Suyumuzun yol hikâyesini 1930’lı yıllardan günümüze getirirken, 1954 yılında yapılan ve kayıtlarda olan şehir merkezimizin imar planındaki durumuna birlikte göz atalım.
1954 yılına şöyle bir göz attığımızda, pergelimizin bir ucunu Malatya Valilik Makamının ucunu koyup çevirdiğimizde Güneyde Derme Kanalına, Doğuda Sivas Caddesi bitimi, Batıda İstasyon Virajı, Kuzeyde Çarmuzu Mahallemiz ile çevrili 1200 hektarlık alanı görüyoruz.
1931 yılında Fevzipaşa-Malatya demir yolu hattı işletmeye açılıyor. O günkü vagonları çeken lokomotiflerin kömürle çalıştığını herkes bilir. Kömürlerin ısıttığı su buharıyla çalışan lokomotife kullanma suyu, istasyon gar ve lojmanlarında oturanlara da içme suyu lazım. İşte Gündüzbeydeki kaptajımızdan İstasyon Garımıza ve lojmanlarına 200mm’lik pik boru ile içme su çekiliyor. Aynı zamanda açılan derin kuyulardan kullanma suları. Daha sonraları 1937 yılında Çetinkaya-Malatya hattı kullanıma açılınca su ihtiyacı giderek artıyor. Tejde bölgesindeki Derme kanalından borularla kullanım suyunun taşındığını, kanalın üzerindeki kapalı yerdeki vanaların 1950’li yıllarda çoğu kez Derme deresinde çimerken, kamu kurum ve kuruluşlarının sorumluları tarafından kilitli vanaların açılıp kapandığını görmüşlüğüm çok olmuştur.
Yine 1939 yılında Sümer Bez, Tekel Tütün Fabrikalarının, yine 1940’lı yıllarda Askeri Hava Yollarının Bakım ve onarımı, 1954 yıllarında Şeker Fabrikasının devreye girmesi, köylerden şehre hızlı bir göçle birlikte nüfusumuz artmış ve her geçen gün içme suyuna, kanalizasyonun şehir içine yaygınlaşması ile birlikte kullanma suyuna olan ihtiyacımızda giderek artmıştır.
İşletmelerin birçoğu borularla kullanma suyunu derme kanalından işletmelerine taşırken, sondajla yer altındaki sulardan istifade etmişlerdir. Geçerken hemen atlamadan şu bilgi notunu eklemek istiyorum. Bu borulardan birçoğunu işletmeler ve Merkez İlçe Belediyemiz kullanımdan kaldırdılar. Ama bu borular yerin altında duruyorlar. Öyle ki, Zabçı Caddesinden Sıtmapınarı’na inen yolun altında epeyi bir su kaçağının olduğu ve bir türlü bulunamadığı günlerde, o günkü belediye yetkililerinin açıklamalarından biliyorum. Sonradan bulunmasına bulundu ama bu arada suyumuzun büyük bölümü yer altı boruları tarafından çalınmış ve kanalizasyonlar tarafından bertaraf olduğundan biliyoruz. Yeri geldiğinde bunlardan içme suyu boruları o kadar yerin altında var ki, bir anda yılların bu eski yapılarının temizlenmesinin kolay olmayacağını söylemek istiyorum. Artık bu eski yapılar Maskimiz tarafından birer birer tespit edilerek bertaraf ediliyor. Nasıl mı? Yeri geldiğince bu yazı dizimin içinde onları da kısaca anlatmaya çalışacağım.
Suyumuzun yol hikâyesine kaldığımız yerden devam edeceğim.