Bulunur saf ve heyecanlı bir Anadolu çocuğu, tetiği kardeşlerine doğrultur bir “dava” bilinciyle, o ve kardeşleri ölümün kollarında yol alırken, oyun sahipleri bir sonraki katliamı planlar.

Anadolu çocuğu yaptığının “terör” olduğunu, hayatları yok ettiğini, beddualar aldığını, aslında daha çok kurban için “kurban” seçildiğini anlamaz.

Duyulan bir patlama sesidir sadece lakin oynanan oyun büyüktür. Saf Anadolu çocuğunun bu büyük oyunlara ayıracak zamanı yoktur. O kendisinden beklenen büyük fedakârlık şartlanmışlığıyla kalkar gider. Anne ve babasından helallik alma gereği, onlara danışma gereği ve katledeceği insanlara üzülme gereği duymadan kalkar gider. Eline tutuştururlar bir telin ucunu veya mekanizma düğmesini, vücuduna veya sürdüğü araca bağlarlar katliam bombasını “haydi git” derler. “Sen hesap edemeyeceğin yarınlara hizmet edeceksin” derler. “iyi de siz neden o yarınlara hizmet için parçalanmayı göze almıyorsunuz” diye sormayı bile düşünmeden.

Ne gençler aldatıldı böyle, ne genç kızlar… Adına “dava” dedikleri ama aslında insanlığa öfke, katliam güncesi yollarında, keyiflerini çatarak, parçalanan Anadolu insanlarını seyrederler.

Yürek dayanmaz o görüntülere…

Sonra yetkililer açıklar: Katliamı yapanın kimliği belirlendi!

Gerçekten belirlenmiş midir?

“Dava” adına ayartılmış Anadolu çocuğu; Anadolu’nun her şeyden habersiz, işinden evine giden insanlarının gerçek katili midir?

Katil tek veya iki kişi midir?

Kandillerinin etrafında bir coğrafyaya kan kusturan ağa babalar, onların stratejilerinin fitilini ellerinde tutan ülkeler, istihbarat odakları… Onlar bu iş için yargılanmayacak mı? Onlara, onların gözlerinin içine bakarak “asıl suçlu sizsiniz” denmeyecek mi? Aldattıkları bir Anadolu çocuğunun, Anadolu’nun masum insanlarıyla birlikte parçalanan, parçalanmış cesedi lanetlenen tek kişi mi olacak?

Hayır, hayır bu iş böyle değil!

Ümmi olan yaşlı annem bile, hem de Kürtçe “zalimler” diyerek “katiller” diyerek beddua ediyor. Tek kişiye değil, katliamın ağababalarına lanet ediyor. Tüm insanlık ve İslâm düşmanlarına lanet ediyor.

Bu işin arkasında elbette birileri çıkacak, netleşecek ve cevapları verilecek ancak mesele burada bitmeyecek. Zira zorlu bir coğrafyadayız. Diş bileyenler çok. Masumların ölümü karşısında kadeh tokuşturanlar çok. Bu karanlık odaklara karşı, bu coğrafyanın insanları olarak kenetlenmemiz lazım. Onların arzuladıkları parçalanmış duygular edinmememiz lazım. Onlar isterler ki, duygularımız parçalansın, öfkemiz aklımızın ve kardeşliğimizin önüne geçsin, galebe çalsın. Onlar isterler ki, biz hep ağlayalım.

Onlar, oldu olası, ağlayanı çok, güleni az bir dünya isterler. Tıka basa doydukları sofralarından kalkıp insanlığın üzerine kusmak isterler.

Farkımız var onlardan; dert çoğaltmak için değil, dert azaltmak için yaşarız.

İnsanlığın açlığına dayanamayız.

Yardımseverliğimiz siyasetimizin önündedir. Lakin ortada giderek artan bir “kahpelik” var. “Biz bu coğrafyada yaşayanlara rağmen, bu coğrafyayı kontrol ederiz” diyenlerin oynadığı oyunlara figüranlık yapanlar, coğrafyayı yangın yerine çeviriyor.

Şimdi bu coğrafyanın insanları olarak, aldattıkları neslimizi onların elinden almanın da mücadelesi dâhil, yılmadan, öfkemizin bizi kandırmasına müsaade etmeden, var olduğumuzu, bir olduğumuzu, diri olduğumuzu bütün dünyaya ispatlamalıyız. Çukurlara, hendeklere gömemedikleri toplumu, terörle yıldıramayacaklarını bildirmemiz lazım.

Yaralar hep acır, hep kanar, sarsanız da kanar fakat tüm bunlara rağmen, yaralarımıza rağmen bu coğrafyanın yarınları için üretkenliğimizi sürdürmeliyiz.

Sanmasın zalimler herkes öfke nöbetinde

Sabırlıdır bu coğrafyanın insanı

Unutmaz, sabreder

Unutmaz, affeder

Yalnız hinliğinizin de farkındadır bu coğrafya; tüm karanlık oyunların farkında… Katliamların size kar getireceğini sanıp sevinmeyin.

Bizim yüreğimizi parçaladıkça, beddualarımız yaralarımızdan akarak sizin yüreğinize ulaşacak ve yaptıklarınızın geri dönütünün çaresizliğini yaşayacaksınız.

Terörü besleyen ellerinize lanet olsun!