Bu yazıyı kaleme almamdaki amacım, Malatya’da top oynadığım yani futbol oynadığım alanlar ile diğer sahalarımızı sizlere tanıtmaktır. Böylece Malatya’nın coğrafyası hakkında da size bir nebze olsun bilgi verme bahtiyarlığına ulaşacağım. Yeni nesilin dünkü Malatya hakkında bilgisi olsun ki, geleceğini görebilsin.Yoksa dünü görmezlerse yeni ile karşılaştırma yapamazlar, gerçekten uzaklaşırlar, kör topal ilerlerler.
Futbol nedir, takım nedir maç nedir dokuz on yaşlarına kadar bilmezdim. Ta ki Kemal Saraçoğlu’nun konağına kiracı olarak taşınmamıza kadar. Kemal Saraçoğlu’nun konağı Kız Enstitüsünün hemen arkasında Şerbetçi köşesinde fırıncı Galip Usta’nın Fırınının tam karşısında idi.Saraçoğlu’ların iki kiracısı daha vardı, birincisi Fevzi Yener Amca, diğeri ise Sümerbankta marangozculuk yapan Talip Usta. Fevzi abi koyu Beşiktaşlı imiş. Bir gün bana:
-Selami sen hangi takımı tutuyorsun dedi. Ben de hiçbir takımı tutmadığımı söyledim. Bu lafımın üzerine;
- Rengin kara kartallar gibi manileri yen aş
Sana layık bu vasıflar ey şanlı BEŞİKTAŞ
Mısralarını ezberleterek beni de Beşiktaşlı yaptı. O zamanlar Profesyonel lig daha kurulmamıştı. Şehirlerde amatör ligler vardı. Bir de İstanbul ligi. Hepimiz İstanbul lig maşlarını radyolardan takip ederdik. O günden itibaren futbolla ilgilenmeye başladım. Saraçoğlu’nun evinin yanında bir bahçe vardı. Talip Ustanın oğlu Cengiz’le orada top oynamaya başladık. Yola bakan duvarın yanına iki tane taş koyarak kale yapmıştık. Cengiz ile kafa gol oynuyorduk. Kafa ile gol atan kaleye geçiyordu. Böylece kalecilik ve topa kafa vurmayı öğrendik.
Babam ve annem top oynamamıza karşı geliyorlardı . Eşofman yok, futbol ayakkabısı yok, bir şey yok. Ayda bir ayakkabı eskitiyorduk. Top oynardık, terlerdik, eve de gelemezdik terler üzerimizde kururdu. Babam Cemal Yücel beni birkaç defa top oynama, terleme, hasta olursun diye beni ikaz etmişti. Ama dinleyen kim. Gene bir gün Saracoğlunun bahçesinde top oynuyoruz. Babam aniden kızarak üzerime doğru koşmaya başladı. Anladım ki beni dövecek, hemen yola açılan kapıdan kendimi dışarı attım. Dörtyol’a doğru koşmaya başladım. Baktık ki babam beni yakalayacak dörtnala kalktım. Yakalayamadı beni, arayı açtım, dedemlerin evinin sokağı olan Leblebici Sokağına daldım. Anneannem Miyase Hatun o zamanlar sağdı. Dedemin evine girmeden İsmetiye Mahallesinden dolanarak bizim evin yanına kadar geldim. Kimseye görünmeden kız Enstitüsünün duvarına çıkarak bizim evi gözetlemeye başladım. Rahmetli babam bütün akrabaları dolaşmış, dedemin evine girerek beni sormuş, anneannem gelmedi demiş. Evimizde olanları izliyorum ama onlar beni görmüyor. Akşam oldu karanlık bastı, evin ışıkları yandı, yemek zamanı geldi. Ortaya sini sofrası kuruldu, yemekler üzerine kondu. Babam annem ve kardeşlerim sofraya oturdular ama elleri yemeğe varmıyor. Anladım ki beni düşünüyorlar, üzülüyorlar. Ne yapacağımı şaşırdım kaldım. Sabah yemeğinden beri bir lokma bile yememişim. En sonunda ne olursa olsun eve gitmeye karar verdim. Kız Enstitüsünün duvarının yanına kadar gelen dut ağacına ulaşarak bahçeye indim. Annem Zörhe salona çıkmıştı, beni gördü sevinerek gel dedi. İçeriye girdim, babama kardeşlerime baktım. Tanıyanlar tanır babam Cemal Çok olgun bir insandı. Bir an öfkelenmişti. Yüzüme baktı hiçbir şey demedi. Anladım ki beni affetmiş.
İsmetiye Mahallesinde Küçük İstasyona inerken solda çıkmaz bir sokak vardı. O sokağın sonunda Simit Fırıncısı Kel Said’in evine bitişik top alanımız da vardı.. Orada da top oynardık ama Fırıncı Kel Said’in bahçesine topumuzun kaçmasını hiç istemezdik. Malatyanın küfür ustası Mişmiş de simitlerini Kel Saitin fırınından alır, Kalın ve uzun bir sopaya geçirir Malatya sokaklarına dalardı. Mişmişe takılırdım. Velhasıl ; nasıl oldu ise oldu topa bir vurdum top Kel Saidin bahçesine gitti. Herkes birbirine baktı. Oyuncu arkadaşlar sustular bana baktılar. Anladım ki topu benim almamı istiyorlardı.
Kel Sait topun bahçesine gittiğini anlamış, tavuk kümesinin yanına kamufle olmuş, pusu kurmuş. Duvara tırmandım bahçeye baktım, kimsecikler yok, atladım bahçeye topu almadan Kel Sait beni yakaladı. Hışımla, bir tokat atarak;
-Seni gidi tavuk hırsızı seni. Demek ki tavuklarımı sen çalmışsın, seni polise vereceğim diye beni evinin balkonuna kadar götürdü. Tabii ki tavuklarını çalmadığımı biliyordu. Belli ki topu almak için oraya inmiştim. Babamın ismini sordu, tanıdı ve yaptıklarından pişmanlık duydu. Gönlümü almaya çalıştı. Topumuzu aldık ama maça devam edemedik.
Dörtyolda Pembecilerin evinin yanında Karamanların bağı vardı. Halam Karamanların gelini olduğu için ve Rahmetli Gülbay Karaman’ın hem sınıf arkadaşım hem de akrabam olmasından dolayı oraya giderdim. Halamı ziyaret eder bahçede oynardık Bahçe çok geniş idi. Ta Abbas Efendi Sokağına kadar uzanırdı. Cennet gibi bir yerdi. Orta yerinde de bir boşluk vardı. Pembecilerin küçük oğlu Ayhan bizden biraz büyüktü. O da çok güzel futbol oynardı. Bir gün büyükler top oynuyorlardı. Eleman eksik olduğu için beni de bir takıma aldılar. İlk defa orada bir futbol maçına çıkmıştım. Büyüklerin arasında iyi de maç çıkardım.Ondan sonraki maçlarda da Ayhan beni takıma mutlaka alırdı. Zaman zaman da onların bahçesinde dut ağacının bulunduğ alanda top koştururduk. Karamanların bağının yanında Fatoş veya Havuç Teyzenin bahçesi vardı. Burada da Havuç Teyzeden çok çektik. Oyunumuzu takip eder top oynamamamız için bağırıp çağırırdı. Hele de top bahçesine kaçarsa daha da öfkelenir avazı yeri göğü inletir, topu bıçaklamakla bizi tehdit ederdi.
O zamanlarda Turan Emeksiz Caddesi açılmadan önce İlter sokağının köşesinde şimdi Emeksize açılan dar sokağın bulunduğu yerde daha geniş bir futbol sahası vardı. Deli Ze’nal'ın evine bakardı o saha. O dar sokak ise su yolu idi. Su yolundan geçer sahaya ulaşırdık. Burası bizden büyüklerin top sahası idi. Kıran kırana maçlar oynanırdı. Etraf yemyeşildi, her taraf Cennet gibi idi.
Şerbetçi köşesinde top oynayacağımız birkaç yer daha vardı. Yıldız hamamına giderken sol tarafta bir değirmen vardı. Değirmenin altındaki bahçede başladım top oynamaya. Mahallenin çocukları oraya gider eşleşerek maçlar yapardık. O zamanlardan Rahmetli Nihat Gülşen’i hatırlıyorum. Oynadığımız toplar minik minikti. Nerede para ki futbol topu alalım. Nihat o zaman da kaleci olurdu. O minik toplarla bile gol yemezdi. Nihat’la çoğu zaman baş başa kalırdım ama o kendisini yerden yere atarak gol atmamızın önüne geçerdi. Daha sonra iyi bir kaleci ve hakem oldu. Bir trafik kazasında vefat ettiğini duydum. Mekanı Cennet olsun. Bir de Şeref diye bizden büyük, uzun boylu bir çocuğu hatırlıyorum.
Şerbetçi köşesinde diğer alanımız Dörtyol’a giderken sağda Bitlislilerin evinin yanındaki bağı da top sahası yapmıştık. Ünlü yönetmen Ünal Küpeli’nin evinin bahçesi olması muhtemel. Orada Şahin diye bir arkadaşı ve Abdurrahman Güzelyapar isimli arkadaşı anımsıyorum. Abdurrahman bizim sınıf mümessilimizdi.
Küçük istasyon’da rayların alt kısmında Ermeni Mahallesine bitişik bir sahamız daha vardı. Bazı mahalle maçlarımız orada olurdu. Hapanos’un çeşmesi o sahanın hemen yanında akardı. Hiç unutmam; bir yaz günü hava sıcak, Güneş’in en dik olduğu zaman orada Ramazanda bir mahalle maçı yaptık, oruçluyum. Devre arasında Hapanos’un çeşmesine koştuk. Sol avucumun içini bardak yaparak bir güzel su içtim ki tadının tarifini yapamam. Sonra aklıma geldi oruçlu olduğum. Tabi ki orucum bozulmadı.
Gelelim kız Enstitüsünün bahçesine. O saha biraz büyüktü ve bulunmaz Bursa kumaşı idi. Sahanın etrafına akasya ağaçları dikmişlerdi. Akasya ağaçları öyle bir denk gelmişti ki kale direkleri o sahada taştan değil artık akasya ağaçlarından idi. Şimdi ek bina yapılmış oraya. Bizden büyükler orada oynarlardı. Komşularımızdan Cevdet’in eline gerçek bir futbol topu geçmişti. Kendisi de iyi futbol oynardı. O zamanın topları şimdiki toplar kadar hafif değildi, adeta kurşun gibi idi. Topların iç lastiği vardı. Bir de ağız kısmı. Patlayan topların iç lastiğini çıkarır yapıştırır tekrar oynamaya başlardık. Hele ki on yaşındaki benim için daha da çekilmezdi. İlk defa orada gerçek futbol topu ile maç yaptım. Zaman zaman da Necdet topu alır sahaya getirirdi. Malatya gençleri, çocukları orada güzel maçlar yapardık.