20 yıl… Düşünün, 2000 yılında dünyaya gelen bir insan bugün 20 yaşında bir genç… Peki, neler değişti şu geçen yirmi yıl içerisinde? Biliyoruz ki geçmişini bilemeyen, bugünü değerlendiremez, bugünü iyi değerlendiremeyenler de geleceğe sağlam adımlarla yürüyemezler. Biz dönelim yıllara…
20 yıl önce bu ülkede Devlet Kitapları Bölge Müdürlükleri, Kültür Bakanlığı kitap satış mağazaları, Milli Eğitim Yayınevleri vardı. Gerçi okuma özürlülüğümüz devam ediyordu; ancak devlet, okumak ve araştırmak isteyen vatandaşlarımızın kitaba ulaşması konusunda hassastı.
20 yıl önce eğitim sistemimiz yarınlarımızı kucaklayacak yavrularımızı zekâ ve yeteneklerine göre yetiştirmekten uzaktı. Geçen 20 yıl içerisinde yapılan hata ve yanlış uygulamalarla gençlerimiz hepten heba edildi. Zeki çocuklarımız FETÖ terör örgütüne kurban verildi; yetmezmiş gibi başında Milli kavramı bulunan Eğitim Bakanlığımız bir takım cemaat ve vakıfların çiftliği yapıldı.
20 yıl önce ülkemiz bugünkü gibi adına; “İcad-ül Garibe Devlet-ül Saltanat Hedef- ü Rant” diyebileceğimiz bir sistemle yönetilmediği için kuvvetler ayrılığı ilkesi vardı. Devleti yönetenlerden işledikleri suç, yaptıkları hatalı uygulamalarının hesabı soruluyordu.
20 yıl önce yöneticilerimiz ile yönetime talip olanlarda devlet terbiyesi ve vakarı vardı. İktidarın da muhalefetin de dili küfürsüz, üslubu seviyeli idi.
20 yıl önce devleti yönetenler kendi partisinden olmayanları hain, alçak ve terörist olarak görmüyorlardı. Adalet, liyakat ve vatandaşlık kavramları işportaya düşmemişti.
20 yıl önce Cumhurbaşkanı aynı zamanda bir partinin genel başkanı değildi. Cumhurbaşkanlığı makamı, hangi partiden olursa olsun milletimizin sıkıştığı zaman başını vuracağı partiler üstü en yüce makamdı.
20 yıl önce devletimize dolayısı ile milletimize ait fabrikalarımız, işletmelerimiz, limanlarımız, havaalanlarımız, devlete gelir getiren kurumlarımız vardı ve bu kurum ve kuruluşlar, çok uluslu şirketlere satılmamıştı.
20 yıl önce toplam dış borcumuz 129 milyar dolardı. Günümüzdeki gibi 480 milyar dolarla rekora koşamamıştı.
20 yıl önce tarım ve hayvancılık günümüzdeki gibi ihmal edilmemiş, eti, patatesi, kuru soğanı hatta samanı ithal etmiyorduk.
20 yıl önce bu günkü kadar otobanımız, tünelimiz, köprümüz, hava limanımız yoktu; ama kimse geçmediğin yolun, kullanmadığı köprünün, girmediğin tünelin, uçmadığın havalimanının, yatmadığın hastanenin parasını ödemiyordu.
20 yıl önce işsizlik oranı 7 idi bugünlerde olduğu gibi 14’lerde seyretmiyordu.
20 yıl önce devleti yönetenler, israf ve gereksiz harcamaları “itibar” olarak değerlendirmiyorlardı.
20 yıl önce taşeron sistemi ile birlikte gelen köle düzeni yoktu. Devlet, işçinin alın terine göz koymuyor, onun geleceğinin teminatı olan kıdem tazminatını nasıl ele geçiririm diye mesai harcamıyordu.
20 yıl önce Suriye topraklarında ulu atamız Süleyman Şah türbesi ve Saygı karakolu vardı ve bu yerde ay yıldızlı bayrağımız dalgalanıyordu.
20 yıl önce Amerika projesi BOP değirmenine su taşıyan ona taşeronluk yapan bir dış politikamız olmadığı için sayıları 4 milyonu aşan Suriyeliyi beslemek gibi bir mecburiyetimiz yoktu.
20 yıl önce Allah’ı Allah’la aldatmaya çalışan; “Servet, Şöhret ve Şehvet” düşkünlerinin talanda biri birleri ile yarıştıkları rant düzeni yoktu. Dolayısı ile Deizm, SŞŞ’lilerin çocukları arasında yaygınlaşmamıştı.
20 yıl önce hırsızlık, soygun, vurgun, devletin malı deniz götürene bey deriz zihniyeti bu kadar meşruiyet ve hız kazanıp alenileşmemişti. Malta’yı Eğe denizinde bir ada olarak bilen vatandaş, “günah işleme özgürlüğü” gibi bir kavramının yanı sıra “Man” adasını da tanımıyordu.
20 yıl önce güzellikleri HES’ler tarafından çalınmadığı için derelerimiz, çağıldayarak akıyordu. Köylüler termik santrallerin ürettikleri zehirli havayı solumadıkları için isyanları oynamıyorlardı.
20 yıl önce şaire “Bu şehr-istanbûl ki bî-misl ü bahâdır/ Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır.”, dedirten İstanbul, dikey yapılanmalarla görüntü kirliliğini işgaline uğramamıştı.
20 yıl önce dünyanın dördüncü bölgesinin birinci büyüklüğündeki ordumuz, Ergenekon adı verilen bir büyük kumpaslarla yıpratılmamış, Genelkurmay Başkanı silahlı örgüt kurmak gibi akıl dışı bir suçla yargılanıp içeri atılmamıştı.
20 yıl önce ülke savunmasının sır ve stratejilerinin saklandığı Kozmik odaya girilmemiş buradan alınan bilgi ve belgelerle devletimizin yurtdışındaki yabancı istihbarat servisleri ile terör örgütlerinin içerisine yerleştirdiği 848 görevlimiz şehit edilmemişti.
20 yıl önce basın ve yayın organları bağımsız oldukları için vatandaş, doğru ve yanlışları algı operasyonları ile değil kendi akıl, mantık ve ferasetleri ile değerlendiriyordu.
20 yıl önce…