Malatya da genellikle bahçeli, iki katlı evlerde oturulurdu. Avlu denilen bu bahçenin etrafı, sokaktan geçenlerin göremeyeceği yükseklikte duvar ile çevriliydi. Avluda iş yaparken yabancı gözler tarafından böylece rahatsız edilmezlerdi. Malatyalı kadınların olmazsa olmazlarından biri avlu idi. Burada kurulan ekmek damında ekmeğini açar ve pişirir, çamaşırını yıkar ve kurutur, havuzun başında misafirini ağırlarlardı. Malatyalı ailenin günü bu avluda geçerdi.
Avlunun iki kanatlı kapısından içeri girilince bir köşede tandır damı ya da ekmek damı denilen bölüm bulunur. Burada evin ekmek ihtiyacı komşularla birlikte imece usulü İle yapılırdı. Mahalledeki hanımlar ya da akraba hanımlar toplanır, yoğrulan hamur fazla ekşimeden ekmeği yaparlar. Tandır ya da ocak yanarken diğer komşular da ekmeklerini pişirirlerdi.
Malatya’da imece komşular arasındaki dayanışmanın adıdır aslında. Tandır ekmeği imecesi, şehriye imecesi, değirmen imecesi, erişte dökülmesi imecesi, çamaşır yıkama imecesi, düğün imecesi, ramazan hazırlığı imecesi, bayram hazırlığı imecesi…
Aynı avlunun bir köşesinde çamaşır, halı, kilim yıkanan bölüm bulurdu. Yine avluda bulgur, pestil, erik ekşisi, tarhana, salça gibi kışlık ihtiyaçlar mevsimine göre yapılırdı. Şimdi düşününce, fabrikada yapılıp marketten aldığımız bu ürünleri evde yapan annelerimizin, bacılarımızın günümüzün gıda mühendisi bilgisine sahip olduklarını söyleyebiliriz. Konserve, turşu, kavurma gibi uzun süre dayanan yiyecekleri sağlıklı ve lezzetli yapan ev hanımlarından söz ediyoruz. Günümüzde marketten aldığımız bu ürünlerin zaman zaman bozuk olduğunu ya da gıda zehirlenmesine sebep olduğunu düşünürsek, Malatyalı hanımların maharetini daha iyi değerlendirebiliriz.
El tezgahlarında kumaş, halı ve kilim dokuyan, dokuduğu kumaştan elbise, gömlek diken hanımlar konfeksiyon ustasıydılar. Bir evin ve evde yaşayanların her türlü ihtiyacı evdeki hanımlar tarafından görülürdü. Bu ihtiyaçların evdeki hanımlar tarafından giderilmesi aile bütçesi için önemli bir tasarruf sağlamaktaydı, evin erkekleri ise bağda, bahçede, tarlada çalışır ihtiyaçları görürlerdi. Esnaf olanlar çarşıda alışverişini yapar, evinin nafakasını temin ederlerdi. Memurlar dairede, işçiler fabrikalarında mesailerini tamamlayıp, ailenin geçimini sağlarlardı. Evin avlusuna açılan alt kattaki odalardan biri mutfak, onun karşısındaki oda hızna (kiler) olarak kullanılır, üst katta yatak odaları bulunurdu. Ailenin evli erkekleri için her birine ayrı yatak odası verilir, mutfak, misafir odası gibi bölümler ortak kullanılırdı.
Avlunun büyüklüğüne göre birkaç meyve ağacı bulunur. Birçok evin avlusunda yaz günlerinde oturulan eyvan ve çevresinde serinlenilen küçük bir havuz olurdu. Buzdolabının bulunmadığı dönemlerde, bozulacak yiyecekler küçük sitillere konularak havuza sarkıtılır. Soğukluk denilen bu bölüm buzdolabı görevi yapardı.
Böyle bir evde oturan Malatyalı ailede dede-nine, baba-anne, çocuklar birlikte yaşarlardı. Amca, dayı, bibi çocuklarının birlikte büyüdüğü ortam çokça görülmekteydi. Üç kuşağın bir arada yaşadığı bu ailede dede ve neneler torunların eğitimi ile ilgilenirlerdi. Dedeler erkek çocuklarına toplum içinde nasıl davranacaklarını gösterir, elinden tutup çarşıya götürerek alışveriş yapmayı öğretirlerdi.
Ramazan'da oruç tutmayı, teravihe gitmeyi, Ramazan ve Kurban bayramında nasıl davranılacağını dedeler ve nineler torunlara aktarırdı. Ailenin büyükleri biliyorlarsa Kuran okumayı küçüklere öğretirler. Neneler, aile içindeki kız çocuklarını genç kızlığa hazırlar, ev ve yemek işlerini öğretir, çeyiz hazırlıklarına rehberlik ederlerdi.
Orta kuşak gençlerin erkekleri evin dışında ailenin geçimi için çalışırken, genç hanımlar evin günlük ihtiyaçlarını giderirlerdi.
Sofra adabı ailenin büyükleri tarafından küçüklere örnekleme yöntemi ile kazandırılan önemli alışkanlıklar arasındadır. Aile genellikle akşam yemeklerinde bir arada olurdu. İklimin izin verdiği günlerde, akşam yemekleri yatsı namazından önce eyvanda yenirdi. Ortaya bir sofra bezi serilir, onun ortasına bir kasnak konur, onun üzerine de sini yerleştirilirdi. Sininin üzerine herkesin birlikte yiyebileceği şekilde yemekler dizilir, evin büyüğü “Bismillah” diyerek yemeye başlar. Diğerleri de evin büyüğüne uyarlar. Yemeğin sonunda dua edilip sofra kaldırılırdı.
Evlerde pişirilen güzel yemeklerden komşulara da dağıtılırdı. Özellikle ekonomik durumu iyi olmayan aileler, bu konuda daha çok gözetilirdi. Evde pişirilen yemeklerin kokusunun komşuya gittiği düşünülerek, yakın komşulara bu yemeklerden mutlaka gönderilirdi.
Modernleşme denilerek yukarıdaki bahsettiğimiz aile yapısı yıkılmış yerin ise olumlu yeni bir yapı oluşturulamamıştır. Çekirdek aile baba, anne ve çocuklardan oluşmaktadır. Çalışan anne ve babanın çocuklarının günlük ihtiyacının görülmesi, eğitimi yeterince sağlanamamaktadır. Basın yoluyla birçok bakıcıların çocuklara uyguladığı yanlışları duymaktayız. Yeni yetişen gençlerin bu karmaşa içerisinde yeterince Türk ve İslam ahlakı ile yetiştirilemediğini düşünüyorum. Bunun sonucu olarak toplumda sorunlu birçok gençle karşılaşmaktayız.
Sosyal devlet sistemi içerisinde, toplumumuzun inançlarının, örf ve adetlerinin kazandırıldığı, bilimle buluşmuş gençlerin yetişeceği kurumlar mutlaka oluşturulmalıdır. Geç kalınması, ülkenin geleceği açısından büyük tehlike olacaktır.