Üç tarafı denizlerle bezeli yedi iklim yetmiş renk cennet gibi bir ülkede yaşıyoruz. Dağı, taşı, toprağı ile nice savaşlara, sayısız badire ve olumsuzluklara göğüs geren Türkiye, içte ve dışta pek çok ihanetleri de içine gömerek bugünlere gelmiştir. Onun hala vakur ayakta kalmasının sebebini üzerinde yaşayan insanların sağduyusunda ve genetik yapısında aramak gerekir.
Daha düne kadar tarımda, hayvancılıkta kendi kendine yeten bu ülke; bugün et, buğday, mercimek, soğan hatta saman ithal eder bir duruma gelmişse bunun sebeplerinin ve temelinde yatan gerçeklerinin iyi etüt edilmesinin zarureti vardır.
Tarım ve hayvancılıktaki bu çöküşün bedeli elbette ki ağır olacaktır. Adına ister aymazlık deyin ister vurdumduymazlık; bir gerçek var ki bu uyku halimiz yeni değil. Bin yılların kinini beyninde yaşatan eloğlu uyumuyor. Bilinmeyen bir güç; bir dil bir el sürekli olarak bizi kontrol altında tutuyor ve ilerlememize engel oluyor. O güç, diliyle okumayın, akıl yürütmeyin, sormayın, sorgulamayın diyor; o güç eliyle; ekmeyin, dikmeyin üretmeyin, diyor! Yönetenlerimiz de bu gücün, bu dilin ve bu elin taşeronluğunu doğrusu iyi yapıyor.
Edirne Son Haberde yazan Adnan Karakaya, tarımdaki bu aymazlığın nasıl başladığını şöyle anlatmış: “Hep merak eder dururum. Edirne ilçelerinde, sahil boyunda, Saros körfezinde neden zeytinlikler yok diye. Hemen komşu ülke Yunanistan’da Enez ilçesi bitimi olan yerleşim bölgelerinde başlayan zeytinlikleri neredeyse Selanik’e kadar görebilirsiniz. Peki, Edirne’ye komşu olan Çanakkale ve Yunanistan’da olan zeytinlikler neden bizim bu bölgemizde yok. Hadi birlikte neden “Delice” ağaçlarının sökülüp satıldığını, “Delice” ağacının neye yaradığını okuyalım… “1951-1952 yıllarında İspanya Hükümeti, Türkiye’den çok yüksek miktarda odun kömürü satın almak istiyor. O güne kadar İspanya’ya yapılan ihracat kalemleri arasında yer almayan bu talebin bir de özel şartı vardı: Kömürler İskenderun’dan Saroz Körfezi’ne kadar Akdeniz ve Ege sahillerinde doğada kendiliğinden yetişen "delice" ağacından elde edilmesi şart!! İstek dönemin Hükümeti tarafından yüksek getirisinden dolayı sevinçle karşılanıyor, ülkemizde bol miktarda bulunan delice ağacı kesiliyor, elde edilen kömür ihraç edilmeye başlanıyordu. Görgü tanıklarının anlattıklarına göre, limanların üzeri gemi yüklemeleri sebebiyle kara bir bulut ile kaplanıyor göz gözü görmüyordu!
O yıllarda Ankara’da görev yapan ABD Ticaret Ataşesi, dönemin Dışişleri Bakanı’na ihraç edilen kömürün İspanya tarafından nasıl değerlendirildiği ya da nerelerde kullanıldığını araştırıp araştırmadıklarını soruyor. Aldığı cevap, “getirisinin önemli olduğu, nerede kullanıldığının Türkiye’yi ilgilendirmediği” şeklinde oluyor. Bunun üzerine ataşe konuyu kendisi araştırıyor ve otoyollarda dolgu malzemesi olarak kullanıldığı bilgisine ulaşıyor. Bununla yetinmeyip ABD’de tanıdığı mühendislerden bilgi alıyor ve otoyolda kömür dolgunun bir yararı olmadığını öğreniyor. Öğrendiklerini Bakan’a iletiyor, Türkiye’nin rahatsız olmadığını, gelirden dolayı memnun olduklarını söylüyor, konu kapanıyor...” “Sonuçta bakıyorsunuz İspanya dünyanın en büyük zeytinyağı ihracatçısı olmuş ne tesadüf ki aynı yıllarda Türkiye margarinle tanışmıştır.”
Peki, nedir delice ağacı? Delice, aşılanmamış zeytin ağacıdır. Ya işte böyle!
Biz hâlâ 5 Nisan 1925’te kabul edilen kanunla faaliyete geçen Uşak ve Alpullu sonra da Eskişehir ve Turhal Şeker fabrikaları ile devam eden günümüzde sayıları 33’ü bulan şeker fabrikalarının özelleştirilerek satılmasının ardındaki gerçeği bilmiyor ve tahlil edemiyorsak vay halimize! Biz hala içerisinde taşıdığı kanserojen madde ile insanımızın kanına giren NBŞ(Nişasta Bazlı Şeker) üreten çok uluslu şirketin ne yapmak istediğini anlayamıyorsak yazıklar olsun ilmimize. Biz hâlâ Amerika, İngiltere ve İsrail başta olmak üzere çok uluslu şirketlere sattığımız veya işletme hakkını devrettiğimiz limanlarımızın, yer altı kaynaklarımızın, elektrik santrallerimizin, işletme ve fabrikalarımızın ne amaçla alındığını tahlil edemiyorsak yazıklar olsun bize! Biz hâlâ 480 milyar dolar dış borcu niçin yaptık, nerelere harcadık diye sorgulayamıyorsak vah ki vah geleceğimize!
Dedim ya görünmez bir güç; o gücün dili ile eli Türkiye’mizde, bu güzel ülkemizde, ülkeyi yönetenleri kullanarak sürekli kuyumuzu kazıyor. Satılan veya kiralanan limanlar, işletmeler, fabrikalar; madenler, sürülmeyen tarım arazileri, ithal tohum, kuş gribi bahanesi ile Ardahan’dan Edirne’ye itlaf edilen yerli tavuklarımız…
Unutulmasın ki 1571 tarihinde Venediklilerden savaşarak aldığımız Kıbrıs’ı, II. Abdülhamit, 1878'de İngilizlere borç karşılığında 100 yıllığına kiralamıştı.