Merhum Üstad “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak” derken, bilinç yürüyüşünde, kendisine düşen “uyarılardan” birini yapıyordu. Bu toprakların insanı; Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Cemil Meriç ve diğer üstatların uyarı ve tecrübelerinden ne kadar istifade etti, bilemeyiz. Bildiğim, bu sözün asla güncelliğini kaybetmediğidir. Bu nedenle, ondan müsaade alarak, haykırışını günümüz için de hatırlatmış olalım.

Bu topraklar, farklılıkların ayrılıklara dönüştürülmesinden çok çekti ve hala çekiyor. Oysa istişare farklılıklardan beslenir. Farklılıkları birer zenginlik olarak, hayatın hizmetine sunmamız, bunu başarmamız gerekir.

Ne yazık ki; faklılıkları kavga sebebi, ötekileştirme, yalnızlaştırma yolunda kullananlarımız az değil.

Bir ayeti yorumlarken bile, bu ayet böyle de anlaşılabilir, diyeni tekfir etmek hastalığı devam ediyor.

Peygamberi doğru anlamak gerek, diyeni, dışlamak için bahane üretmek alışkanlık haline getiriliyor.

Toplumun en çok sevdiği siyasetçi de hata yapabilir, hatasız insan olmaz, bizim vazifemiz, fitne çıkarmak için değil; hatanın devam etmemesi için, kardeşlerimize yardımcı olmaktır… Bunu başaramazsak hatalar zinciri, tahmin edilenden daha çok hasara yol açabilir.

Aynı gemideyiz, farklılıklar içinde, bir arada yaşamayı başaramazsak, gemi batacak ve hepimiz kaybedeceğiz, seslenişi, istenen etkiyi yapmasın diye uğraşanların oyunları bitmiyor.

Toplumsal yapı içinde, birbirini deşifre edip, etkisizleştirmek için uğraşanların, medyaya yansıyan atışmaları bitmek bilmiyor. Bu uğraşı verenler, ötekini bertaraf etmenin peşinde. Sanki mesela içinde yer aldıkları parti, bir tek kendilerinin etki alanında durunca; bütün meseleler, İslam dünyası olarak belimizi büken sorunlar çözülecekmiş gibi davranılıyor. Oysa sorunun tespiti bile istişare ile isabet bulur. Çözüm zaten istişaresiz olmaz. İstişare de farklı düşünebilenlerin, paylaşımı ve ortak akıl üretmesidir.

Farklı düşünebilenler arasında “yalan taşımacılığı” yapanlar ise istedikleri parçalanmayı gerçekleştirmenin derdinde. Birliktelik parçalanmış, ülke güç kaybedecekmiş, siyaset sahası mide bulandırıcı hale getirilecekmiş, onları ilgilendirmiyor.

Diğer taraftan; genel anlamda bir akıl tutulması yaşanıyor.

Doğru insanı yetiştirme çabaları giderek seviye düşürüyor. Kitabın istediği, peygamberin ısrarla vurguladığı insan üzerinde daha az kafa yoruluyor. Kalabalıklara, slogan cümlelerle yönlendirme daha bir öne çıkıyor. Böyle olunca da, farklılıklardan birlik çıkarmak, iblisi toplumsal yapıdan kovmak zorlaşıyor.

Temiz insan, iyi insan, insanlığa fayda üreten insan, merhametli insan, adil insan, nefret kusmayan insan, kin büyütmeyen insan, yaşatmayı önemseyen insan üzerinde durmak gerekirken, bunları söylediğinizde bıyık altında gülenleri gözlemleyebiliyorsunuz. “Zavallı” diyorlar, “bunlarla savaş kazanılmaz” diyenleri görüyorsunuz. Merak ediyorum “kendi toplumumuzla, dostlarımızla, kardeşlerimizle savaş içinde olursak” bize saldıranların, bizi içine çektikleri hangi savaşı kazanabiliriz?

Son olarak, geçmiş notlarımdan birini hatırlatarak bitireyim:

"ey tarih dile gel!
bize "yerli yerinde yapılan bir iş ile, yenilmez sandığınız güçler yenilir, boyun eğmez sandığınız devletler boyun eğer" diyen bilgelerden haber ver.
"oyun içinde oyun var oğul, sefere çıkarken sadece meydan gücüne güvenme "oyun içindeki oyunu gör" seferini yönet" diyen feraset ehlinden haber ver.
"istişare iki türlüdür oğul: yürekten konuşan akil insanlar, dudaktan konuşan cahil insanlar, sen yürekten konuşan akil insanları tut çevrende" diyen hal ehlinden haber ver
."

Tarih söyleyeceğini söylüyor zaten… Bize düşen dinlemek ve düşülen yanlışları izah edip, üstadın dediğini hatırlatmak:

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!