İnsanoğlu doğa ile arasındaki sınırı kaldırdığı ölçüde huzurlu ve uzun yaşar. Canlı cansız varlıklarla iç içe yaşamak vücudun her hücresine yeniden hayat verir. Ona düşmanlık yaparsan sana karşı direnir. Her geçen zaman direncini artırır.

Doğa, insana gerekli olanları vermekte oldukça cömerttir. Almasını bilmezsen cimrileşir, belki de kişiye zararlı olanı vermeye sunmaya başlar. Bunu yaşamın her noktasına uyarlayıp düşündüğümüzde altın kuralın değişmediğini görürüz.
Gökyüzünden yere inen her su damlası, yeni bir canlıyı yaşama aday kılmak üzere gönderilir. Her biri ot, çiçek, ağaç, böcek olmaya ya da onu oluşturacak unsurlara hayat vermeye gelmez mi? Suyun olmadığı yerde yaşamdan söz etmek mümkün mü? Doğa ile insan, insanın çevresindeki tüm canlıların doğa ve onun bir parçası olan su arasındaki ilişkiler dünya denilen âlemin temelini oluşturmaz mı? Günümüzde dünyanın başına bela olan koronavirüs insan ile doğadaki diğer canlılar arasında verilen kavganın yeni bir perdesi midir acaba?
Su, toprak, hava ve ateş diye adlandırdığımız dört unsur, insanların yeryüzünde yaşamaya başladığından beri kavramaya çalıştığı varlıklardır. Her biri mutlaka hayatın oluşması ve devamı için olmazsa olmazlardandır. Dört unsur (çar anasır) birçok yazarın, filozofun, bilim insanının merakını çekmiş ve eserlerinde yer almıştır. Bu unsurların felsefi ve mitolojik yönlerini değerlendirirsek çok farklı dünyalar çıkar karşınıza.
Asıl olan bu unsurları nerede, ne kadar, nasıl değerlendireceğimizdir. Doğanın dengesi bir bozuldu mu dünya insana zindan olur.