İnsanla birlikte varlık bulan, varlığını insanla birlikte idame ettiren ve ilkel, milli ya da semavi kaynaklı olarak istisnasız her toplumun hayatında mevcut bulunan en önemli sosyal olgu dindir.
Dinin temel gayesi, öncelikle insanın yaratıldığı saf ve temiz hali ile kalmasını sağlamak, herhangi bir nedenle iyiden, güzelden, doğrudan uzaklaşmış bulunan insanın tekraren aslına rücu etmesi için ona doğru yolu göstermektir.
Yüce dinimiz İslam, ideal insanı “insan-ı kâmil” diye ifade eder.
Din insan için olduğuna göre, doğru anlaşılmalı, doğru anlatılmalı ve doğru yaşanmalıdır. Fakat maalesef yetkin olsun olmasın, bilgili olunsun ya da olunmasın, üzerinde herkesin konuştuğu, herkesin yorum yaptığı ve hatta yaptığının mutlak doğru olduğunu savunduğu yegâne alan da dindir.
Hâlbuki huzurlu bir toplumun tesis edilmesinde, insanlar arası münasebetlerde hak ve hukukun gözetilmesinde dinin diğer etkenlerden daha fazla yaptırımı söz konusudur.
Bu nedenle kişisel ve toplumsal sorumlulukların yerine getirilmesinde doğru tercih yapılabilmesi için dinin mutlak surette ana kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’ten öğrenilmesi gerekir.
Özellikle yoruma açık hususlarda yetkin olmayan kişilerden bilgi edinilme yoluna gidilirse, böyle kişilerin sözleri ve davranışları örnek alınırsa, hele bir de dini hususlar siyasi zeminde kullanılırsa, sonuçta Sıffin Savaşı ve Cemel Vakası'nda dökülen kardeş kanına, Kerbela Faciası ile dökülen Ehl-i Beyt kanına maalesef bir damla daha ilave edilmiş, 1400 yıldır söndüremediğimiz fitne ateşine bir odun daha atılmış olur.
Yüce Dinimiz İslam aklı, bilgiyi, doğru düşünceyi esas almaktadır. Bu nedenle İslam’ın ilk emri “oku” olmuştur. Zaten putperest, ileride kendini utandırmasın diye kız çocuğunu diri diri toprağa gömen, kabile ve soy üstünlüğünü ispatlamak maksadıyla dirileri bitince ölülerini saymak için mezarlığa koşmaları Tekâsur Suresi'ne konu olan cahiliye toplumundan bir medeniyet doğurması İslam’ın ilme, ahlaka, adalete verdiği önemin en güzel göstergesidir.
Dinimizde ruhban sınıfına kesinlikle yer verilmemesi de yine İslam’ın güzelliklerinden bir tanesidir. Fakat 21. yüzyılda bile kerameti kendinden menkul kişilerde hikmet aranması, onlardan himmet beklenmesi Yüce Dinimizin çok da doğru anlaşılamadığını gözler önüne sermektedir.
Dine yanlış anlaşıldığında, yanlış anlatıldığında ortaya toplumsal bir facianın çıkması mukadderdir. Tarih, bunun kanlı örneklerini uhdesinde muhafaza etmektedir.
Ortaçağ Avrupa'sında nüfuzunu korumak için engizisyon mahkemelerini kurarak "ruhuna şeytan girmiş" bahanesiyle meydanlarda canlı canlı insan yakan, Anadolu'yu Ortadoğu'yu kana beleyen Haçlı Seferlerinin hamisi Katolik Kilisesi mensupları ile Hz. Peygamberin(sav) ciğerparesi Hz. Hüseyin(ra) Efendimize kast eden canilerin, Yüce Allah'ın(cc) ismini çirkin ağızlarından düşürmeyerek her türlü nimetini türlü desiselerle kendi lehlerine kotardığı halde kendi milletine, kendi din kardeşine kurşun sıkanların asla farkı yoktur.
Ortadoğu, Afrika ve Asya’da dökülen kanların müsebbiplerinden birinin ruhbanlar, ipleri batılı efendilerinin elinde bulunan katliamperver sözde din adamları ve avaneleri olduğu da unutulmamalıdır. Örneği mi? Taliban, Boko Haram, DAEŞ...
Dolayısıyla “Kim haksız yere bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir” diye buyuran Yüce Rabbimizi (cc), O’nun Kitabını, O’nun Peygamberini(sav) çok iyi anlamalıyız.
Çünkü Kur’an’da yer alan bilgiler kesindir, gerçeğin ta kendisidir ve asla zanna dayanmamaktadır.
Hz. Peygamber’in hayatı da bir Müslüman için en güzel örnektir ve Kur’an’ın ta kendisidir.
Kişilerin yanlış yaşamalarının, yanlış yorumlarının sorumlusu İslam değildir, Kur’an değildir, Hz. Peygamber değildir; bilakis kişinin kendisidir.
Bu ayrımın iyi yapılması gerekmektedir. Çünkü bilgi sahibi olmadan yargı sahibi olmanın sonu hüsrandır.