Damdaki kar erimeye başlayınca ne olur? Elbette ki su olur. Peki, su nereye akar. Zemine, yani yere, yani toprağa… İşte mesele de tam burada yani zeminde… Eğer zemin sağlam değilse, etüdü iyi yapılmamışsa yandı gülüm keten helva! İşin içinden çıkamazsınız. Onun için siz, siz olun damınıza kar yağdırmayın diyeceğim; ama bu da yaradılışa aykırı. Dama kar yağmaması için ya karın ya da damın olmaması gerekir. Kar bu, kış geldi mi yağacak. Karın yağmasını önlemek elimizde değil. Kala kala bir dam kalır; eh dam-sız da yaşamak mümkün değil. Al sana çözümsüz bir denklem! Nedendir bilinmez ama bu denklem, yaşa takanlar tarafından “bırak kördüğüm olsun!”, diye sürekli gündemde tutulur.
Bilirsiniz takmak; bir şeyi bir başka şeye uygun bir biçimde iliştirmek, geçirmek, tutturmak temel anlamında kullanılır. Bu temel anlamın dışında yaygın olarak birinin durumunu bozmak, ona devamlı kötülük yapmaya çalışmak, onunla uğraşmak, ona musallat olmak mecaz anlamları ile de kullanılmaktadır. Ha bir de önemsememek, önemli saymamak, değer vermemek boyutunda kullanılmaktadır. Ben bu günkü yazımı ‘takma’nın bu son iki kullanım şeklini örneklemek için kaleme aldım.
Malum bu aralar yaşa takanlar ile yaşa takılanlar arasında kıyasıya bir mücadele var. Zaman ve zemin itibarı ile yaşa takanlar, yaşa takılanlardan güçlü olduğu için kısa dönemde başarılı olmuş yaşa takılanları ekarte etmişlerdir. Ancak, uzun dönemde yaşa takılanların bu mağlubiyeti kabul edip de oturacakları düşünülemez.
Peki, kimdir bu yaşa takılanlar? Tabii hemen akla EYT’liler geliyor. Açılımı: “Emeklilikte Yaşa Takılanlar.” 8 Eylül 1999 gününe kadar işçilerden, emekli olmak için iki şartın yerine getirmesi isteniyordu. Kadınlar için 20, erkekler için 25 yıl sigortalılık süresi ve 5000 iş günü prim ödeme. Sonra ne oldu? Kanunda yapılan bir değişiklikle emeklilik yaşı kadınlarda 58, erkeklerde 60'a, prim gün sayısı ise 7000 iş gününe yükseltildi. Kişi bu tarihten sonra işe girecekse emeklilik gün ve yaşını göze alarak girecekti. Ancak kanun geriye doğru işletildi. 8 Eylül 1999 gününden önce işe girenler için kadınlarda 40 ile 58 erkeklerde ise 44 ile 60 yaş arasında değişen kademeli geçiş getirildi. İtiraz da tam burada düğümlendi. Emeklilikte yaşa takılanların talebi, 1999'da yapılan bu değişikliğin geçmişe dönük uygulanmasına son verilmesidir.
Yaşa takanların bir de temcit pilavı gibi ısıtıp TBMM’sinin gündemine getirdikleri bir mesele daha var. Evlilikte kız çocuklarının yaşı… 12-13 yaşındaki kız çocuklarının evlenebilmelerinin önünü açacak böylesi bir kanun teklifini meclise taşıyanların takıntılarına sıfat bulamıyor o takıntıyı siz değerli okuyucuların vicdanlarına havale ediyorum.
Biliyorsunuz son zamanda dünyanın dengesini alt üst eden, insanoğlunun ezberini bozan, hayatı durma noktasına getiren bir virüs türedi. Koronavirüs… Karabasan gibi çöktü gırtlağımıza. Gelin görün ki ülkemizde insandan insana bulaşan bu illetin tek taşıyıcısı sanki 65 yaşın üstündekilermiş gibi bir algı üretildi. Yaş takıntısı olanlar bu defa da bu ülkenin kahrını yıllarca omuzlarında taşıyan 65 yaş ve üstündekilere taktılar. Gerçi peyderpey uygulanan yasaklar kapsamına sonradan 0-20 yaş aralığı da ila edildi ya! Şimdi sormak istiyorum etkililere yetkililere... Yahu kardeşim bu virüsün taşıyıcısı sadece 65 yaş ve üstü veya 20 yaş altı mı? Hayır! İnsan potansiyel bir taşıyıcı… Madem bu virüsün yaşama müddeti 14 gün ile sınırlı o halde yaşa takmadan, takılmadan fazla da gecikmeden radikal bir kararla ülkemizin 7 den yetmişe bütün vatandaşları için 20 gün sokağa çıkma yasağı kararı alın, kararlılıkla uygulayın ve bu püsküllü belayı ülkemizden kovun! Tek çözüm bu!