Doğal felaketler insanoğlu ve insankızı olmadan da vardı. Bazı coğrafyalar bu felaketleri milyonlarca yıldır yaşıyor, daha milyonlarca yıl yaşayacak. Ekonomik gelişmişlik düzeyi yüksek olan toplumlar, gelir seviyesindeki güçten kaynaklı karşılaştığı doğal felaketleri insan kıyımına dönüşmeden aşabiliyor. Demokratik değerlerden denetlenebilirlik ve hesap verebilirlik ise adaletle birlikte olan toplumlarda doğal felaketleri yaşamalarına karşı, sorunlarını katliama dönüştürmeden çözebiliyor. Bu iki önemli konu, gelir düzeyi ve adalet yüzyılımızda doğal felaketlerin tek reçetesi gibi duruyor. Kısaca kanıtlayalım. Ekonomik gelir düzeyi iyi olan ülke çürük bina yapmaz, her malzemesini tam tamına kullanır, adaletin olduğu toplum yapılan binaları denetler, korkar bir şeyi gözden kaçırırsa yargılanır veya mühendislik hatası varsa yapıların yıktırılacağını bilir.  Bunun için her şeyi kuralına göre yapar.

Hayal edin biz böyle bir ülke olsaydık 6 şubat bizim için can pazarı olur muydu? Hayal edin biz böyle bir ülke olsaydık şehirlerimiz yok olur muydu? Gelelim 6 şubatta Malatyamızda yaşananlara ve sonrasında bir yıl içinde verilen sözlere ve yapılanlara. 

Yıkılan bina 6.643, ağır hasarlı bina 35.907, daha fazla rakamsal bir değer yazmak istemiyorum. İstemiyorum çünkü bu değerler birer rakam değil bizim için. Bu binaların hepsinin içinde birer hayat vardı, insanlar vardı. İstatistik bilimi sayılarla uğraşsın ama felaketlerdeki rakamlar insana dairdir. Yaşanmışlığın ters yüz oluşu veya sonlanışıdır. Bunu bizim ülkede hissetmek zor mu acaba.

Siyaset bir yönetme sanatıdır. Bunu yaparken sözcükler kullanılır. Eğer bir toplamda yönetenler "inşallah böyle bir felaketi bir daha yaşamayız..." diye cümlelerle başlıyorsa konuşmaya, biliniz ki bunu söyleyenler, böyle felaketlerin bir daha bir daha yaşanacağı bilerek konuşuyordur. İşte o ülkede ekonomik gelir seviyesi eşitsizdir, o ülkede adalet sorunludur, o ülkede denetleme ve hesap verebilirlik yoktur.

Bir şehirde eczaneler,nüfus yoğunluğuna göre ruhsat alırlar. Malatya'da 30 eczane yıkılmış, 60 eczane ağır hasarlı, 48 eczane konteynerda hizmet veriyor, 30 eczane başka illere nakil olmuş. Bu durum bir şehir ile ilgili size ne hissettirir? Elektrikler kesiliyor, faturalar cabası, iş yok,kamulaştırma, rezerv alanları sorunlu,yerinde dönüşümler davalık, endişe çok... Böyle bir şehir ne düşündürür size? Hadi çarşıya gidip alışveriş yapalım diyeceksiniz ama çarşı yok. Her taraf soğuk boşluk halinde nükleer bomba patlamasını andıran biçimde grimsi bir hal. Ne hissedersiniz?

Çocukluğumuzun geçtiği sokaklar yok, bildiğiniz büyüdüğümüz şehirde kayboluyorsunuz, burası da neresiydi? Diye zihninizi yorup bir imge arıyorsunuz, ha işte küçük bir parçadan, evet ya burasıydı diyorsunuz. Böyle bir durum size ne hissettirir?

Neler yapıldı, ne sözler verildi sorularını geçerseniz olan bir şey yoktur. Sarılan yara yoktur, tam tersine kanayan yaralar vardır yüreklerde. Hep sallanan bir yerkabuğu vardır, bu da sürekli  korkuyu tetikler, yüreklerdeki endişeyi büyütür, işte o yüzden Malatya'da ve diğer şehirlerdeki her insanımız hep aynı zamanda kaldı. Tarih sürekli 6 şubatı, saat 4.17'yi gösterir. Zaman aksa da, haftalar aylar yıllar geçse de, küçüklü büyüklü her sarsıntı, aynı zamanda kalmaya mahkum etmiştir depremzedeleri. Böyle bir durumda hangi söz, hangi vaat bu kuşatılmışlığı değiştirebilir? Kendime geleyim bir elimi yüzümü yıkayayım dersin suyun temiz akmaz, her sarsıntı bulandırır suyu. Evin yoktur, yenisi yapılıp verilse bile tarihin yoktur, bir binadır, direnerek yeniden tutunmaya çalışırsın hayata. Ama nafile herkes başaramaz bu işi. Okulların içindeki minik yürekler, her sarsıntıda çığlık çığlığa bağırır yüreğiniz kırılır. Hastaneleriniz de aynı durumdadır. Kalmak istemez orada çalışan sağlık emekçileri. Şehir sadece evde kalma, işe gitme değildir. Sosyal hayat yok olmuşsa iyileşemez o şehir ve şehirler. Şehir dışına gidenler aynı ülkenin başka bir yerinde olsa da kendini garip hisseder. Mültecidir kendi yurdunda. İnsanlar pek söylemese de kendi yaşadığı şehirlerden bakarak sever ülkelerini.

Daha çok şey söylenebilir, yazılabilir. Dedim ya 6 şubat depreminin felaket olması yoksulluğumuzdandı. Sonrasında bir yıl geçmesine karşın düzelmemesi adaletsizliktendi. Demokrasiyi bilinçli olarak kavrayamayışımızdandı. Yoksa yaşanılan kader değildi ihmaldi ve tüm bunlara sebep olanları bizler seçiyorduk.

Evet biri değil, birileri değil, herkes söylemeli. Depremde yitirdiğimiz canlar hak tecelli ettiği için ölmediler, şehirlerimiz depremden dolayı değil hukuken bilerek, önlem almayarak, göz yumarak kasten yok edildiler, öldürüldüler. Ağır geliyor cümle değil mi? O zaman " Deprem Eylem Planlarında" her şehir için, olası deprem şiddetine bağlı olarak kaç binanın yıkılacağını, kaç binanın ağır hasar alacağını, kaç insanın öleceğini olasılık düzeyinde hesaplanırken, neden önlem almadınız diye

Her şey ortada, gerisi vicdan.

Gerisi şairin dediği gibi sağır sessizlik, suskunluk.