Bu köşe yazım; 15 Aralık 2015 günü hem Malatya Söz Gazetesindeki köşemde, hem de facebook blokuma aktardığım yazımın devamı niteliğindedir. Facebook blokumda bunlara ulaşabilirsiniz. Oradaki köşe yazım altındaki yorumları ile birlikte okunduğunda, bu köşe yazım daha bir anlam kazanacaktır.

Zihniyet nihayetinde bir düşünme biçimidir. Yaşamın her alanındaki düşünme biçiminin, en sonunda gelip dayandığı nokta, tezahür ettiği alan, ‘kültürü’ kapsar. Bu dilinizle, konuşma tarzınızla, davranışınızla, giyim kuşamınızla her türlü hal ve hareketinizle kendini gösterir. Yazı yazıyor, bir yazıya yorum katıyor, ya da bir yazıya eleştiride bulunuyorsanız, o yazı diliniz, sözünüz, sizin aynanızdır. Oradaki düşüncenizi açıklama biçiminiz, sizin zihniyetiniz, kültürünüzün toplamını ifade eder.

Oluşan zihniyetiniz; yalınız düşünme biçiminiz ve bunun ifade ediliş biçiminizle sınırlı kalmaz. Bu yaptığınız konutlara, konutların içindeki eşyalara, yemenize içmenize, giyim kuşamınıza, inanışınıza, ev halkı içerisindeki birbirinizle olan ilişkinize, tutumunuza, mahallede yaşıyorsanız mahallenize, sitede yaşıyorsanız sitenize, işinize, iş yerinize kadar uzanır, yansır. Ve zihniyetiniz tüm bu alanlarda gün yüzüne çıkar.

Elbette bu kendiliğinde oluşan bir hal değildir. Bu dünden bugüne bir toplumun, toplum içerisinde yaşayan bireylerin, süreç içindeki zihniyetinin akış halidir.

Toplulukların süreç içindeki yaşam biçimleri, zihniyetlerini oluşturur. Bu insanların zihniyetleri, düşünce biçimleri ve bunun içinde yer alan kültürleri ile birlikte gökten zembille indirilmemişlerdir. Demek ki topluluklar belirli zaman ve mekân içerisinde var olmuşlar ve bu varoluşlarını sürdürmek için, başta yeme içme olmak üzere, barınma, nesillerini sürdürmek için de, bir arada bulunmak ve bunları birlikte üretmek zorunda kalmışlardır. İşte bu üretimleri içerisinde kurdukları ilişkilerinin toplamı, çağlar boyu insanların zihniyetlerini oluşturmuştur. Üretimleri sonucu oluşan zihniyetleri, hem toplulukları hem de içinde yer aldıkları bireyleri değiştirmiş, dönüştürmüştür.

Bu oluş hali toplulukların kadim kültürlerini, zihniyetlerini oluştururken, bu kadim kültürüne sahip olamayan ve onu kendi döngüsü içerisinde evrimleştiremeyen topluluklar, aileler ve bu aileler içerisinde yer alan bireyler de, değerli yazar Alev Alatlı’dan ödünç aldığım ‘paçozlaşma’ kavramın içerisine girip, ‘paçozlaşmaya’ başlıyorlar.

15 Aralık 2016 tarihinde yazdığım yazımın bir bölümünde, 1960 yılından bugüne kadar köşe yazısı yazdığımdan söz etmiştim. 30 yıla yakın bir zamandır Malatya da yazı yazmaya devam ediyorum. Malatya’da televizyonlar boy verdiğinden beri, TV. Kanallarında program ve yorum yapmadığım TV. Kalmamıştır. Köşe yazısı yazmadığım gazetede de kalmamıştır. Bir kez olsun reklam alacağım diye ne kamu kurum kuruluşlarının, ne de şahısların önüne yatmadım. Onlardan reklam alabilmek için faizcisiniz diyerek şantaj bayrağını sallamadım. Yaptığım programlardan ve yazdığım köşe yazılarımdan bir kuruş menfaat sağlamadım. Yıllarca yazdığım yazılarımda kişileri hedef kılmadım. Bugüne kadar hiçbir şahsın kişiliğine yönelik yazılarımda ve konuşmalarımda onlara yer vermedim. Bir tek örnek gösteremezsiniz. Ülkemin, şehrimin sorunları derdim olmuş, onlara çözüm önerilerimi sunmak, iyi işler yapıldığında da, siyasi, kimliği inancı ne olursa olsun, ellerine sağlık demeyi ihmal etmedim.

Medya patronlarının Allah canlarına sağlık versin ömürlerini uzun kılsın. Hayattalar. Herhalde konuşacak dileri vardır. Bu konuda sözlerini esirgemeye ve düşüncelerini serd edenlerinde de, ellerine yüreklerine sağlık diyorum. Onların da yakında paçasına sarılırlar.

Paçozların bir özelliği daha var, sevgili hemşerilerim, değerli okurlarım. Bunlar birilerinin arkasına saklanarak, en yakınınızdan, en yakınınız üzerinden çukurlaşıp, çukurun içinden, oradan ateş ederler. Bu nenle de kalleştirler ne zaman nerden ateş edeceğini bilemezsiniz.

Böylesi paçozlar her adım atmalarında, her söz ve eylemlerinde kendilerini belli ederler, farş ederler. Zaten toplumun bütün kesimleri böylesi tipleri tanır. İçlerine almamaya, kendilerinden uzaklaştırmaya çalışsalar da, ne yazık ki her yerden kovulmalarına rağmen, toplulukların içine sızar, bu kez de oradan ateş etmeye çalışırlar.

Sevgili hemşerilerim, değerli okurlarım; Paçozluğun dini, ırkı, sınıfı, cinsiyeti yoktur. Paçozluk insanın zihniyetine, birden gelip oturmaz, davranışlarına, ruh haline aniden gelip yapışmaz. Bu insanların ailesinden, çevresinden, eğitiminden, içinde bulunduğu üretiminden, işte bütün bu üretim ilişkilerinin içerisinde oluşan, tezahür eden bir oluşma halidir. Bu ileriki yaşlarda şizofrenik bir hal alır. Adım adım yaşam tarzına dönüşür. Çevrenizdeki bu tiplere bir bakın. Bunlar düşünce fukarasıdırlar. Açıklayıcı bir düşünceleri, söyleyecekleri bir fikirleri olmadığı için ağızlarını açış halinin ilk nüvelerinde hemen istemezüğü görürüsünüz. Sonra sağa sola saldırmaya, hırlamaya başlarlar. Bu tipler isminden söz ettirmek için yazılarında, buldukları ortamlarda, ortamı gerginleştirmeye çalışırlar. Asıl amaçları fikir fukaralıklarının üstünü örterek, kendilerinden, isimlerinden bahsedilmeleridir. Cevap vermezseniz peşinizden koşar, paçanıza yapışır, bas bas bağırlar. Aldırmayın böylelerine. Paçanıza yapışmak için çevrenizde hırlayıp dursunlar.

Bu nedenle disiplinler arası okumalardan ve bunlar arasındaki ilişkileri kurmanın giderek azalması halinden, en çok etkilenen kesimin medyayı oluşturanlardan olduğunu söylemeye çalıştım. Onlar TV. Kanalları üzerinden ve yazdıkları köşe yazıları ile toplumun üzerine, adlarının önüne Prof. Hukukçu, emekli general, işçi, gazeteci, ne sıfat yerleştirirlerse yerleştirsinler, toplumumuzun üzerine paçozluk hallerini boca etmeye çalışıp durular.

Paçozluğun dini, ırkı, sınıfı yoktur demişti değerli hocamız yazar Alev Alatlı. Ne yazık ki, giderek çevremizi sarmalayıp duruyor. Bu nedenle eğitimcilerimize büyük iş düşüyor.

Çağımızda paçozluk da, yoksulluk da, eğitim üzerinden kalıcılaşıyor. Aman dikkat!..