Kendi hayatını sorgulamayan kişinin özgürlük sorunu olmaz. Özgür düşünemeyende köle olmaktan kurtulamaz. Yaklaşık bir ay sonra toplum olarak, önemi her bakımdan anlaşılan bir seçime gidiyoruz.

Seçimlerin tek demokratik aracıda siyasi partilerdir. İster sağdan, ister soldan örgütlenip politika yaparak Türkiye'nin yönetimine aday olan bütün siyasi partiler milletvekili belirleme yönteminde birbirleriyle aynı konumdalar.

Listeler açıklandıktan sonra tereddütsüz her siyasi partide yapılan sıralamalara karşı oluşan tepkilerde bundan dolayı aynı beklenti ve kaygıdan kaynaklanan tepkiler. Bu tepkilerin çıkış nedenlerinden de anlaşılacağı gibi yapılan politikada güdülen amaç, genel toplum sorunlarından ziyade, bireysel bir takım çıkarlara kolayca ulaşabilme siyasetinin öncelikli ve temel oluşudur.

Kabul etmek gerekir ki bu konuda bütün siyasi partileri aynı noktaya getiren AKP’nin baskın seçim dayatması oldu. Bu anti demokratik dayatmacı adım, kendi içinde zaten demokratik olmayan tüm siyasi parti yönetimleri için adeta tam bir fırsat ortamı yarattı. Her parti listelere istedikleri gibi şekil verdiler. Demokrasinin D'si bile aranmadı.

Yine, hemen hemen her siyasi parti yönetimleri tarafından her fırsatta dile getirilen ve adeta bir zorunluluk olarak gösterilen liyakatlık özelliği hiç ama hiç aranmadan listeler oluşturulup toplumun önüne sürüldü. Bu listelere göre liyakatta kıstas parayı veren düdüğü çalar. Ya da sorgusuz sualsiz biat oldu. Şimdi ister parlamenter sisteme tekrar döneceğiz diyerek oluşturulan millet ittifakı olsun.

İleri demokrasiye geçeğiz diyerek aslında tek adamlık otomonarşizme geçmek için oluşturulan cumhur ittifakı olsun, iktidara geldiklerinde toplumun sorunları çözülecek mi?

Ne yazık ki hayır.

Hele otomonarşizm, tek adamcılık ile her sorun kronikleşerek daha da içinde çıkılmaz bir şekle dönüşür.

Bireyin kendini sorgulama yeteneğinde yoksun bırakıldığı toplumlarda gerçek özüne uygun ne demokratik partiler, ne demokratik kitle örgütleri ne de demokratik iktidarlar oluşmaz. Böylesi bir toplumsal yapıdan olsa olsa bir takım çıkar çevrelerinin otoriter egemenlik anlayışı oluşur ki Türkiye toplumunun yaşadığı sıkıntıda budur.

Böylesi bir toplumsal yapıda tek adam yönetimli partiler, sivil toplum kuruluşu adlı dernekler, dini vakıf ve cemaatler hatta ve hatta aile birlikleri oluşur.

Siyasi partilerde listelere alınmadıkları zaman sözüm ona bağlı bulundukları parti ve yöneticilerini anti demokratlıkla suçlayıp demokratlık tavrına giren adaylar aslında bilinç altı egolarını dışa vurmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Yani iş kendisi olunca her parti ve başkanı tam bir demokrat. Kendisi olmayınca herkes toptan anti demokrat.

Aslında bilse ki, ya da egosunu yenip kendi kendisini sorgulasa sorunun temel kaynağı çıkış noktası bizzat yine kendisidir. Çünkü o sistemi iş başa gelene kadar besleyip büyüten, her aşamada onun bir uygulayıcısı olan hep kendisi olmuştur. Bu seçim aslında bir anlamda her birey için kötünün içinde iyisini tercih etme seçimidir. Hayatının iyi ye doğru gittiğine inanıyorsan gidip mevcut iktidara oy vereceksin.

Yok gidişattan memnun değilsen, en azından bir değişiklik olmasını istiyor ve bu konuda içi de ufakta olsa iyi ye dair bir umut varsa mevcut iktidarın karşısındaki partilere oy vereceksin. Ama şunu unutmamak lazım. Başkasını sorgulamadan önce kendimizi sorgulayalım.