Bunca yıllık evliydiler, bir türlü çocukları olmuyordu Ahmet ve Gülşen çiftinin, oysa öylesine özlemiyle doluydular ki bir çocuğun, içlerinde bu arzu günden güne büyürken, bir taraftan da "demek ki yüce yaratıcı böyle istemiş, eğer o dileseydi bizim de herkes gibi bir bebeğimiz olur, onu kucağımıza alır, sever okşardık, büyüdüğünde ise en iyi şekilde yetiştirirdik" diye düşünüyorlardı.

Teknoloji tıp alanında da gelişmiş, yeni yeni yöntemler çıkmış, onlar gibi çocuğu olmayan aileler bu yöntemlerden yararlanıyorlardı, bazıları bebek sahibi olabiliyorlardı, ama Ahmet ve Gülşen çifti bu yola başvurmak istemiyorlardı: "Verecekse Allah kendi lütuf ve kereminden versin" diyorlardı.

Şunu da inkar etmiyorlardı, "Tüp bebek gibi yöntemlerle dünyaya gelen bebekler de muhakkak Allah'ın lütfundan, kereminden idi, ama onlar biraz ayrı düşünüyorlardı da bu yeni yöntemlere başvurmak fikri kafalarında oluşmuyordu.

Bir bahar gecesiydi, Gülşen hanım içinden: "Allah lütuf ve kerem sahibidir, elbette ki bizim bu isteğimizi de verir" dedi ve iki rekat istihare namazına durdu, çünkü içindeki bu arzu ile ömür boyu yaşayamazdı, olacaksa olsun, olmayacaksa umudu son bulsun diye niyetlendi.

Gülşen Hanım bu duygular içinde girdiği yatağında bir rüya görüyordu, kendisi ve eşi Diyarbekir'e çok uzak olmayan ve Siirt ile Bitlis arasındaki üçgende bulunan bir ziyaretteydiler, ziyaret asırlardan beri orada idi, kendileri gibi çokları da vardı o türbeye gelenler arasında.

Ziyaretlerini yapmış, fatihalarını okuyup dualarını iletmişlerdi Allah'a: "Allah'Im şu anda huzurunda bulunduğumuz bu yüce zat hürmetine sana malum olan isteğimizin kabulünü niyaz diyorum"

Gülşen Hanım bu rüyanın arkasında gözlerini açınca yatağında olduğunu ve bir rüya gördüğünü anladı, melül ve mahzun olmadı, aksine bir sevinç doldu içerisine, "inşallah hayırdır bu rüya" diyerek kocasına anlattı, kocası Ahmet bey:

- Hanım neden gerçek olmasın bu rüya, var mısın yarın tatil günüdür arabamızla gidip bu zatı yerinde ziyaret edelim?

- Elbette varım, bende senden bunu isteyecektim, sen kendiliğinden söylemiş oldun.

Ertesi sabah erkenden yola çıktılar ve Sevgili peygamberimizi ziyaret için anasından izin isteyen ve fakat kendisine anası tarafından:

- Git fazla eğlenme, ya evine git, ya da mescidine, birinde bulamadınsa ikinciyi deneme, çünkü benim senden başka bana bakacak kimsem yok..

Yemen'in Karen köyünde yaşayan "Üveys" anacığının bu sözleri üzerine çok zor yol şartlarını aşarak geldiği sevgili peygamberimizin evinin kapısını çaldığında kendisine: "efendimiz (s.a.v) şu anda mescittedir denilince anasının sözlerini hatırlayıp ziyaret etmeden geri dönen, Sahabe-i Kiram'dan olma fırsatını böylece kaçırıp tabiinden olan "Üveysü'l - Karani" hazretlerinin medfun bulunduğu ziyaretgaha geldiler.

Ziyaret mahalline geldiklerinde Gülşen hanım buraları rüyasında gördüğü gibi buldu, sanki buralarda önceden gezmiş, dolaşmıştı, her tarafını biliyordu caminin, vakit geçirmeden abdest alıp namaz kıldılar ve dualarını yaptılar..

Karanlık çökmeden tekrar Diyarbekir'e evlerine döndüler, o ziyarette duydukları hazzı ve mutluluğu unutamıyorlardı, ikisinin yüreğindeki çocuk özlemi şimdi daha da büyümüş, ümitleri daha da artmıştı.

Gülşen Hanım her gün kendisini kontrol ediyor, bir değişiklik var mı diye bekliyordu, beklediği değişiklik bir gün olmuştu, çünkü hamilelik emareleri vardı hal ve hareketinde, hemen Ahmet'i telefonla arayarak:

- Çabuk gel, ben kendimde değişiklik hissediyorum, bir hekime gidelim, ihtimaldir ki hamileyim.

O ihtimal gerçek çıkmıştı, gittikleri bayan hekim: " kaç yıldır evlisiniz?" diye sorunca Gülşen hanım:

- On beş yılı buldu evliliğimiz cevabını verdi, bayan hekim:

- Gözünüz aydın, hamilesiniz, deyince attığı sevinç çığlığını dışarıda sabırsızlıkla bekleşen Ahmet'le salonda bulunan başkaları da duymuştu..

Gülşen Hanım "nur topu" gibi bir erkek evlat doğurmuştu, adı zaten hazırdı "Veysi" diye çağırmaya başladılar, komşuları olan yaşlı bir teyze, Gülşen hanıma:

- Kızım bu çocuk o yüce zat sebebiyle Allah tarafından size bahşedilmiş bir lütuftur, gerektir ki siz her yıl o zatı ziyarete gidesiniz, orada kurbanlar kesesiniz, çocuğun saçlarını da yedi yaşına gelinceye kadar uzatasınız, çünkü buralarda gelenek böyledir.