Mekansız edebiyat olmaz. İnsan,zaman ve mekan edebiyat sanatının materyal unsurları arasında yer alır. Edebi metinlerin devir,şahsiyet,eser açısından çözümlenmesiise, edebiyat araştırmalarının temelini teşkil eder. Klasik edebiyatın ve halk edebiyatının mekan tasavvuru kendine özgüdür. Edebiyatımızda Cumhuriyet dönemine kadar mekan genellikle İstanbul ile sınırlı kalmış; İstanbul’un da Çamlıca ve Beyoğlu gibi muhitleri, Tanzimat döneminden sonraki edebiyatımızın önemli mekanlarını oluşturmuştur. Ahmet Mithat Efendi, Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem, MehmetRauf ve Halit Ziya gibi yazarların romanları tarandığında bu yargı daha iyi anlaşılır. Ahmet Mithat’ın Bahtiyarlık; Nabizade Nazım’ın Karabibik gibi birkaç metin istisna edilirse şair ve yazarlarımızın konularını İstanbul ile sınırladığını taşra olarak nitelenen Anadolu’daki mekanlarda yaşayan insanları görmezden geldikleri anlaşılır. Servet-i Fünun şair ve yazarlarının dikkatleri ise,günlük hassasiyetlerle birlikte evin içine yönelmiştir.

Anadolu’nun bütün hatlarıyla edebiyatımıza girişi XX. Yüzyılda özelikle II. Meşrutiyetten (1908) sonra gerçekleşmiştir. Öncüleri: Mehmet Emin Yurdakul, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin gibi edebiyatçılarımızdır. Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay, MŞE, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet ve Yaşar Kemal gibi şair ve yazarlar ile bu eğilim sürmüştür.
Mektepten memlekete ilkesiyle hareket eden Yahya Kemal, İstiklal Harbi yazılarının toplandığı Eğil Dağlar’da yer alan Üç Tepe başlıklı yazısında edebiyatımıza Çamlıca ve Tepebaşı’ndan sonra artık, Metristepe’nin yani Anadolu’nun hakim olması gerektiğini savunmuştur. 1920-1950 yılları arasında bu görüş hızla yayılmış ve başta Beş Hececiler olarak adlandırılan şairler olmak üzere farklı eğilimlerdeki şair ve yazarlar Türk edebiyatının coğrafyasını genişletmeye ve Anadolu’nun kırsal kesimini de edebiyata taşımaya başlamıştır.
Yeni edebiyatta mekan kavramını roman ve şiir türlerinde ayrı ayrı araştıran çok önemli çalışmalar yapılmıştır: Handan İnci Elçi, Roman ve Mekan Türk Romanında Ev (Arma Yay.,İst. 2003) ve Mehmet Narlı,Şiir ve Mekan, Cumhuriyet Dönemi (1920-1950) Türk Şiirinde Şiir-Mekan İlişkisi (Hece Yay., Ank. 2007). Bunlardan sadece iki tanesidir. Mehmet Güneş’in Şehre Yansıyan Medeniyet, Edebiyata Yansıyan Şehir(Hece Yay. Ank.2018)‘i de ekleyebiliriz.
* Dr. Öğretim Üyesi, İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi. e posta: ramazan.ciftlikci@inonu. edu.tr.
Narlı, çalışmasının giriş bölümünde mekan, mekan ve edebiyat kavramları üzerinde durduktan sonra, Şiirin evleri, odaları; Şiirin Şehri/Şehrin Şiiri, Şiir ve Öteki Mekanlar (Meyhaneler, Oteller, Hapishaneler ve Mezarlıklar); Anadolu Kırsalında Şair; Şiirin Denizleri/Şairin Suları; Şiirin Dağları olmak üzere altı bölüm halinde bu dönemde yayımlanmış eserleri mekan açısından ele almıştır. Çalışmada ibadethanelere, cami ve türbelere yer verilmemesi bir eksikliktir. Narlı, 1920-1950 döneminde yazılan şiirlerde işlenen mekanı şöyle sınıflandırıyor:
1.Düzenlenmiş Yerler: Kırsal yerler, şehirler, odalar, oteller, hapishaneler, meyhaneler, parklar, sokaklar, mahalleler, semtler, ülkeler.
2.Doğal Yerler: Dağlar,denizler,nehirler,göller.
3.Kozmik Yerler: Gökyüzü, güneş, ay, yıldızlar.
4.Mitolojik Yerler: Kafdağı, Olimpos Dağı.
5.Var Olduğuna İnanılan Kutsal Yerler: Cennet, cehennem, sırat, ahiret.
6.Hayal Edilen Yerler. (Narlı 2006:14-15)
Kendisi de bir şair olan Osman Attila, Büyük Memleket Şiirleri Antolojisi, (İtimat Kitabevi, İst. 1964) adlı seçkide yurdumuzun geneli için yazılmış güzellemelerden başlayarak coğrafi bölgelerimize göre sınıflandırdığı metinleri sunmuştur. Kitapta Doğu Anadolu’dan sonra, Batı Anadolu (Ege, Marmara, Trakya), Orta Anadolu, Güney Anadolu ve Kuzey Anadolu için yazılmış seçkin memleket şiirlerini vermiştir. Kitap, Dağlarımız ve Akarsularımız için yazılmış manzumelerle tamamlanmaktadır.
Bu girişten sonra hanlar ve kervansaraylara geçebiliriz. Diğer mekanlar gibi hanlar ve kervansaraylar da şairlerimiz için önemli mekanlardır. Hanlar ve kervansaraylar, ecdadımızdan bizlere miras kalan ticaret ve konaklama merkezleridir. Ticaret kervanlarının, askeri ve resmi görevlilerin, posta teşkilatı mensuplarının ve sivil gezginlerin buluşma ve konaklamalarının gerçekleştiği bu mekanlar, daha sonra yerlerini otellere, motellere ve kamp yerlerine bırakmıştır. Kimileri ise, onarılıp kültürel faaliyetlere tahsis edilmiştir. Ana yol güzergahı üzerinde bulunan ve hanlara göre daha büyük yapılara kervansaray; güzergah üzerinde veya kent merkezlerinde kurulmuş ve daha sade olanlara ise han denmiştir.
Cumhuriyetten önce kentin ticaret merkezi, Pazar yerleri, bedesten, han ve arastalardan oluşmakta; buralarda imalat ve ticaret; toptan ve perakende satışlar bir arada yapılmaktadır. İnsanların ibadet ihtiyacını karşılayan ulu camiler, camiler ve mescitlerle kentin oluşumu genişlemektedir.
Bazı hanlar ve kervansaraylar bulundukları mevkiye adlarını vermiş ve bulunduğu yerle aynı adı taşımıştır. Malatya’dan örnek verecek olursak: Hekimhan, Yazıhan, Alacahan, Karahan, Kömürhan, Yarımcahan, Şişmanhanı…gibi.
Ticaret kervanlarının güzergahında yani, İpek Yolu üzerinde kurulduğundan Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı olarak adlandırılan bu mekan da diğer han ve kervansaraylar gibi ticaret kervanlarına yüzyıllar boyunca ev sahipliği yapmıştır.
Demiryollarının Anadolu’da yayılmasından önce, motorlu taşıtların ve karayollarının bu kadar yaygın olmadığı yıllarda, vapurların ve gemilerin işlediği deniz yollarının olmadığı yerlerde daha çok hayvanların koşulduğu kervanlar ve atlı arabalar taşımayı ve ulaşımı sağlamaktadır. Bu kervanların konaklamasına ve ticaretine uygun hanlar ve kervansaraylar kurulmuş; insanların rahat ve istirahatları böylece sağlanmıştır.Ortaasya’dan Balkanlara kadar, Anadolu’da ise, başta İstanbul, Bursa, Edirne, İznik gibi Osmanlı’ya başkentlik etmiş şehirlerde olmak üzere yurdumuzun diğer yörelerinde de tarih boyunca birçok han, hamam, bedesten ve kervansaraylar inşa edilmiş ve insanların istifadesine sunulmuştur.