Öyle hızlı, öyle hırslı yaşıyoruz ki...
Benliğimizin derinliklerinden gelen engel tanımaz bir tamahla her şeyi lehimize çevirebilmek arzusuyla ömrümüzü tüketiyoruz.
Üç kuruş fazla kazanmak, bir etikete veya kariyere sahip olmak, yaldızlı bir geleceğe mazhar olmak için…
Kimlerin sırtına basarak yükselmeye çalıştığımızı, kimin sermayesini gasp ettiğimizi, hangi kutsalı çiğnediğimizi düşünmeden...
Üç günlük dünya için onurumuzu üç kuruşa sattığımızı umursamadan...
Dostlar,
Sahip olduğundan şikâyetçi olmak, elinde olanla mutlu olamamak zayıf kişiliğin emarelerindendir. Böyle insanlar her şeye bir bahane bulurlar, her işte bir kusur ararlar. Hasbelkader bir imkân ve güce sahip olduklarında, bunu kendi acziyetlerini örtbas etmek için kullanmaktan, saygınlığı bu imkân ve güçle kazanmaktan imtina etmedikleri gibi aksine bundan mutluluk duyarlar. Böyleleri yalnızca güçleri ve imkânlarının gölgesinde varlık ve bir anlam kazanırlar. Menfaatleri gereği etrafında toplanmış olan silik şahsiyetler kalabalığı gün olup başka kovanda bal aramaya çıktığında mutlak kaderleri olan yalnızlıkla yüzleşmeye mahkûmdurlar.
Ne acıdır ki terazinin bir kefesinde bu kişiliğe sahip olanların sayısı hızla artarken, erdemini yitirmiş topluluklar böylelerine rağbet gösterirken, diğer kefede hayata ve çevresine pozitif bakan, olumlu katkı sağlayan insan sayısı günbegün azalmaktadır.
Toplum olarak akrep ve yelkovana karşı kaybedeceğimiz anlamsız bir savaştayız. Don Kişot'tan farkımız yok.
Şunu alayım, bunu satayım...
Şunu giyeyim, bunu yiyeyim...
Ya bulamazsam, ya ulaşamazsam, ya elde edemezsem..?
Herkes bir şey arıyor, herkes bir yol tutturmuş gidiyor...
Ama bu arayış aslında bizi çok önemli bir şeyden uzaklaştırıyor: Kendimizden...
O kadar yoğunuz ki(!) dinlemeye, anlamaya, sevmeye bile vakit bulamıyoruz. İnsanlara alaka göstermek, mültefit davranmak, başarılarına gıpta etmek canımızdan bir parça koparacak sanıyor, başkasının huzurundan huzursuzluk duyuyoruz.
Hâlbuki mutluluk herkese yetecek kadar büyük;
Mutluluk elimizin altında...
Tabii, bakmasını bilirsek!..
Görmek için bakmak yetmiyor her zaman; bazen görmek için ruhumuzun sesini dinlemek gerekiyor.
Akl-ı selim insanlar mutluluğu uzakta, başkasının mutsuzluğunda aramaz. Hayatı sadece mutlu olmak için geçirilen bir süreç olarak düşünmez.
Satın alabileceği ya da bir gün mutlaka kaybedeceği imkân ve güçte aranan mutluluğun bir ütopya ve bu arayışın insana yakışmayan bir akıl fukaralığı olduğunu bilir.
Mutluluk yakında, yakınımızda...
Ulaşmak ya da ebediyen kaybetmek ise bize bağlı.
Ya ruhumuzu dinleyeceğiz ya da…