Gece yarısını aşalı çok oldu. Rahmetli anamın dediği gibi, saatin büyüğü küçüğün üstünde dolanıp duruyor. Zamanı durduramazsın ki! Eskiden saatin büyüğü küçüğün üstüne abandığında saat belirleniyordu. Şimdi öyle mi? Zaman belirsizleşti, mekân yerinden oynadı. Zaman yolunda ilerlerken, mekânda yerinde durmuyor. Biri diğerinin üzerine abanmış yol alıyorlar. Prof. Nilgün Hocam buna zihnime çakılan bir kavram bulmuştu. ‘Zamana tarih, mekâna da kültür’ deyivermişti.
Günümüz de insan zihninde ne doğa, ne toplum, ne de İnsan kavramsallaştı. İnsanın ne zamanı ne mekânı kaldı. Yok, oldu yoksullaştı.
Ne doğa, ne toplum kaldı. İnsan da varlığını yitirdi zihnimizde, silikleşti. Doğayla iç içe, toplumla yüz yüze, insanla el ele yürürdük, zamanda yol alıp, mekânın içinde olduğumuzun farkında olurduk. Yirmi birinci yüz yıla girerken önümüzdeki yüzyılın provasını yapıyorlar. 19’uncu yüzyıla, sanayi toplumuna girerken de böyle olmadı mı?
Modernleşme adına, milyonlarca Afrikalı yerinden yurdundan, çoluğundan çocuğundan koparılıp, insan; insanlığından yok edilerek Amerika’ya taşınırken, bir yandan da Amerika yerlileri milyonlarca Maya, Aztek ve İnka’ların zamanı ve mekânı yok edilerek, Maddi ve kültürel varlıklarına da el konularak sanayileşme modernleşme adına demokrasi kuracağız diye Avrupa’ya taşınmadı mı? Üç yüz yıl boyunca sanayileşme, modernleşme, demokrasi adına sömürgeleştirmedikleri toplum katmanları, yok etmedikleri kıta kalmadı.
Sonunda olan oldu. Dünyayı bu sömürgeleştirme işini daha bitmeden, adına birinci dünya savaşı dedikleri bir savaş oyununu kurdular. Hem birbirlerinin, hem de 20 milyon insanın canına okuyup, bir o kadar insanın evsiz, yurtsuz, sakat kalmasına yol aştılar. Daha bunların yaraları sarılmadan, acılarının sızısı yerini terk etmeden, 1938 de başlayıp, 1945’e kadar yedi yıl süren ikinci dünya savaşı.
Ne savaşı. İnsanlığı kırım kırım doğrayan, gökteki uğultu nedir diye gökyüzüne bakan yüz binlerce Japon yurttaşını diri diri toprağıyla birlikte zehirleyerek toprağına gömdüler. Hala birileri batı, batı, modern modern, batı demokrasi diyorsa, ben de geçmişte olanları hep beraber ne çabuk unuttuk diyor ve soruyorum. Bunlar da mı yalan? Yalan mı bunlar? Batı batı dedikleri 16’ıncı Yüzyılda, yüz binlerce insanın din savaşları, tarikat savaşları yüzünden birbirlerini boğazladıklarını ne çabuk unuttuk. Almanya’nın faşist Nazi soy kırımını. İtalya’nın faşist Mussolini’sini, İspanya’nın Franco’sunun kendi ülkelerindeki insanlarını düşüncelerinden, inançlarından dolayı birbirlerine boğazlattıklarını ne çabuk unuttuk.
Geceler sessiz, gün yorgun, ben hala insanlık nereye diye düşünmeye çalışıyorum. Önümüzdeki çeyrek yüzyılın bizi nereye taşıyacağını, neler getirip neler götüreceğini bilemiyorum. Geçmişe bakıp önümüzü görmeye, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorum.
Batının bizim hayrımıza olacak bir şey üretmeyeceğine, gölge etmesinler başka bir ihsan istemiyorum demeye çağırıyorum. Ve sizlerle birlikte beraber düşünmeye çağırıyorum. Bakın ülkemin ve dünyanın insanlık âlemine değer üreten entelektüelleri neredeler, nerede kaldılar. Alametler hiç de iyiye gitmediğimize işaret ediyor. İnsan birlikteliğini bırak diyorlar. Yani toplum olarak bir araya, birlikte ses çıkarma, itiraz etme diyorlar. Sokakları kalabalıklaştırma, evde bile odanızı ayırın, maskeyle oturun diyorlar. Anayı oğuldan, kadını erkeğinden soğuttular. Birbirimize hal hatır sormayı, hastalandığımızda hastalarımızı sormamayı, üzüntümüzü birlikte dağıtmayı, sevincimizi birlikte paylaşmamamızı öneriyorlar. Hadi bunları biz yaşamadık. Ya 0-16 yaş çocuklarımızı, torunlarımızı nasıl bir gelecek, nasıl bir yaşam tarzı bekliyor? Düşündük mü böyle bir toplumu, böyle bir insanlık âlemini, insanlığımızı nereye taşıyorlar diye? Sonuç olarak; Dünya çok karmaşıklaştı. Belirsizliğe yol açanı, yaratıcılıkla bilgiye, bilmeye eskisinden daha çok ‘bilimsel Bilgiyle’ düşünmeye ve akla vurgu yapmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.