“İnsan” deriz daima; “insanlık” deriz...
Sıkı hümanistizdir yani, her fırsatta insan sevgisinden dem vururuz.
Hani şöyle insanlık üzerine yazılıp çizilenleri, salya sümük feveran edilenleri, Don Kişot’lukları üst üste koysak, bunların yanında Everest sivilce gibi kalır sanırım.
Eline Çin çakması oyuncak tutuşturulan çocuk dekorlu ve riyakâr sırıtış maskeli yüzlerin sıraya girdiği fotoğraf kareleri, kuşu çift görmeden taşa eğilmeme tadında fakir fukara ziyaretleri, kabir başında dua ederken fotoğraf çektirebilecek kadar uhrevi âleme dalmalar, her türlü istismarın katlettiği ve ekonomik işbirliğinden öte gitmediği için dağılan aileler, ticari hileler, siyasi ikbal için dün ötekinin bugün berikinin kılığına girmeler… Ve uzayıp giden insan sevgisi(!) örnekleri...
Dişinin kestiği kadarını yutan yutana...
Bir çöp de olsa, tonlarca ziynet de olsa haksız kazanç meşru, helal, hak kabul edilebilir mi? Hele ki kamu malından!!!
Çoluk çocuk hak getire! Hepsi kendi dünyasına dalmış, edep, erkân yerlerde sürünüyor, büyük küçük bilen yok... Yeni nesil hamburger kadar yaşayıp cep telefonu kadar düşünebiliyor!..
Gıda terörü her mutfağı işgal etmiş, ne yediğimizden haberimiz yok.
İnsan olmanın onur ve mükellefiyetini taşıyan herkes kendine sormalıdır: “Çevremde onlarca insan çoğu zaman yemeye kuru ekmek bulamazken, komşum aç ben tok yatarken, evladım sabun köpüğü gibi avucumdan akıp giderken para, pul, şan, şöhret, makam, mevki, koltuk için haysiyetimi ayakaltı ederek yaşamam nasıl bir insanlık ve Müslümanlık örneğidir?”
Günlük hayat dendiğinde artık sıradanlaşan, hiç şaşırmadığımız (belki de yaptığımız için suçluluk duygusundandır) bir iki örnek;
Trafikte yol verme tartışması başlar, silahlar çekilir, saldırıya geçilir... 10-15 saniyelik gecikmenin bedeli bir insanın hayatı olur.
Müteahhit üçe mal ettiğini beşe ona satar, malzemeden çalar, bina yıkılır, ocaklar söner, can gider, canlar gider…
İftiralar atılır, hakaretler edilir, küfür, yalan, dedikodu ile kin ve nefret yayılır.
Yetim hakkı, kul hakkı çalınır, zimmete mal geçirilir, göstermelik bağışlarla, sözüm ona sadakalarla vicdanlara gem vurulur...
Ve bu utanç tablosu sınır tanımadan uzar, gider, ufukta kaybolur... Ama vicdanlarda silinmez bir iz bırakır!..
İnsanlıktan dem vuranlar insanlığı yer bitirir ama kör olası menfaat, gözleri görmez, dilleri söylemez, kulakları işitmez eder. Ve insanlık, doymak bilmez bu aç gözlerde yitip gider, yok olur…
Efendim;
Soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan gergedanlar için özel ve ciddi tedbirler alınıyor. En küçük bir rahatsızlığı tespit edilen bu devasa hayvanlar helikoptere bağlı özel kafeslerle alınarak hayvan hastanelerine götürülüyor, tedavileri tamamlandıktan sonra doğal yaşam ortamına bırakılıyor. Avlanması çok büyük cezai müeyyideler getiriyor ve soylarının çoğalabilmesi için milyon dolarlar harcanıyor. Son günlerde yaşaması için seferber olunan 4-5 tonluk gergedanların maruz kaldığı soykırımın ana sebebinin afrodizyak etkisi olan boynuzları olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde? Yani gergedanın hayatı bile insanın şeyinin keyfine bağlı !!!
Hint Yarımadası ve Bengal Körfezi ülkelerinin çoğunda Hindu inancı gereği inekler kutsal kabul edilir. Her ne kadar öyle bir kanaat hâkim olsa da Hinduların ineğe tapmadıklarını belirteyim bu arada. Hindu inancında inekler yenmez ve kesinlikle öldürülmezler. Caddenin ortasına otursalar rahatsız edilmezler ve trafik akışı bu oturuş düzenine göre şekillenir. Af buyurun, pislikleri bile kıymetlidir!.. Sırf bu işe memur edilen görevliler hayvanın pisliğini süpürerek torbalara koyar ve uygun bir yerde bunu toprağa gömer. Manav tezgâhındaki yeşilliği yeseler manav müdahale etmez, zararını tespit ederek yetkili mercilere başvurur ve bedelini devletten alır.
Ezcümle,
Demem o ki gergedan ya da inek kadar kıymeti yok insanlığın.
İnsan, hayr görünüp aslında münafıklığın alameti sayılan riya kokulu iyiliklerle yine insan nazarında itibar kazanıyorsa, görücüye çıkmış futbolcu gibi her topa giriyorsa ya da ne bileyim piyasa yapıp kendince kıymetini artırmaya çalışıyorsa "insanlık" adına endişeden tırnaklarımızı kemirsek yeridir.
Konfüçyüs “Karanlığa küfredeceğine bir mum yak” diyor.
Fakat Emr-i İlahi'yi duymazdan gelen, ahlak libasını üzerine giymeyen karanlık bir düşünceyi, kapkara bir ruhu aydınlatabilecek bir mum yakabilecek miyiz bilemiyorum!..