Ekim de, Eylül gibi sıkıntılara, sorunlara bir çözüm getirmeden Kasıma devretti bütün sorunları…

Biz bu kadar kayıtsız kalırsak sorunlara…
Sırtımızı dönersek gerçeklere…
Kasım da devredecek bütün sorunları, kendi sorunlarını da ekleyerek Aralığa, Aralık-Ocak ayına bu böyle sürüp gidecek…
Yani anlayacağınız her geçen ay, bir sonraki aya sorunları büyüterek devredecek…
Bir kartopu gibi, yuvarlandıkça büyüyecek, sonunda bir çığa dönüşüp altına alacak bizleri…
Biz ne kadar görmezlikten de gelsek, kulaklarımızı da tıkasak, bir gün yüzleşmek zorunda kalacağız, kulaklarımızı tıkayıp, görmezden geldiğimiz sorunlarla…
Baksana;
Bakan, dolara bakmıyor…
Dolar büyüdükçe büyüyor…
Bakan, Enflasyona bakmıyor…
Enflasyon şiştikçe şişiyor…
Bakan, koronavirüs’ün bir kısmına bakıyor bir kısmına bakmıyor…
Koronavirüs sevdiklerimizi bir bir hayattan koparıp götürüyor…
Bakan, depreme dayanıksız evlere bakmıyor…
Deprem can almaya devam ediyor…
Biz bunlara niye “bakan” diyoruz, sorunlara baksınlar da görsünler, sorunlara çözüm üretsinler diye…
Yok saymakla, görmezlikten gelmekle sorun yok olmuyor.
Kendimizi kandırıyoruz…
Her depremden sonra, sorunları yeniden tespit ettik, çözüm önerilerini konuştuk…
Bir süre sonra sorunu da çözümü de unuttuk…
Hiçbir şey yokmuş gibi hayat devam etti…
İzmir depremiyle, acı gerçekle tekrar karşı karşıya geldik…
Ne kadar çok depreme dayanıksız binamız olduğunu hatırladık.
Kendi evimizin depreme dayanıklı olması da kurtuluş değil.
Deprem anında, depreme dayanıksız bir yakınımızın evinde veya depreme dayanıksız bir evin altındaki markette, berberde veya lokantada olabiliriz.
Her depremden sonra olduğu gibi, bir süre yine depremle yatıp- depremle kalkacağız.
Sonra yine unutacağız!
Deprem sorunumuz yokmuş gibi davranacağız, bir daha ki depreme kadar…
Bugüne kadar bu böyle olmadı mı?
Bu satırları yazarken bir taraftan da kulağım haberlerde…
Spiker, 91 saat sonra Ayda bebek enkazın altında çıkartıldı diyor…
Dönüp televizyona bakıyorum…
Ayda bebek hayata yeniden gülümsüyor…
Ne istersin diyorlar…
Yemek…
Ne yemek istersin? Diyorlar..
Köfte- ayran..
Köfte-ayranı yiyip, karnı doyduktan sonra…
Annemi isterim derse…
Ne diyeceğiz, Ayda bebeğe?
Verebilecek miyiz Fidan annesini ona?
Hepimizin sorumluluğu yok mu bu olup bitende?
Deprem gerçeğine bile bile sessiz kalmadık mı?
Yıkılan binanın yenisini yapacağız diyorlar…
Ya enkazın altında kayıp giden hayatları nasıl verecekler?
Enkazın altına seslendiğimiz gibi…
Ankara’ya seslenseydik orada kimse var mı? Diye…
Duyursaydık sesimizi!
Sorsaydık bizden toplanan deprem vergilerinin hesabını…
Deprem değil bina öldürüyor…
Bu paraları depremden bizi korumak için kullanmıyorsanız- bizden de size oy yok diyebilseydik!..
Onlar da riskli binaları yıkıp yenileseydi…
Ayda bebek bugün annesiz kalmazdı…
Dün olduğu gibi, bugün de unutursak depremin acı gerçeğini…
Sesimizi duyurmazsak Ankara’ya, bir gün ansızın deprem kapımızı çaldığında çaresiz kalırız…
Haydi hep birlikte bağıralım, Ankara’da kimse var mı?..diye.
Sesimize yanıt veren olursa, İnsanı yaşat ki devlet yaşasın diyelim…