Yaşlı küremizde yaşayan insan nüfusu çoğaldıkça bireyselleşme artıyor. Her geçen gün daha kalabalık toplumsal ilişkiler yaşanıyor. İnsan nüfusunun yoğun olarak toplandığı kentlerde, kişilerin kendi dünyasında ferdileştiğini görüyoruz.
Batı medeniyetinin üyeleri olan ülkelerde yasalar gereği on sekiz yaş kavramı, günümüzde neredeyse on beş, on altı yaşlarına çekildi. Bu yaşlardaki çocukluktan kurtulmuş gençlerin anne-babasına karşı bağımsızlığını ilan etmesi artık doğal karşılanıyor.
Belli birey olgunluğunu yakalayamamış gençlik çağındaki kişilerin, daha sonraki yaşlarda kurduğu aile yapısının çabucak bozulduğunu görüyoruz. Çok erken yaşta tek başına yaşamaya başlayan gençler, ne yazık ki kurdukları yuvada eşleriyle birlikte olduklarında, hayatı paylaşmayı beceremiyorlar. Bu ailelerde huzursuzlukların sık yaşandığı da bilinen bir gerçektir. Paylaşma duygusunun olmadığı birliktelikler çatışmayı zorunlu kılıyor ve evlilikler boşanmayla sonuçlanıyor. Boşanma yüzdesinin yüksek olduğu batı ülkelerinde, huzurlu aile ortamında yetişmeyen çocuklarda, bireysel davranma güdüsünün çok yüksek olduğunu bilimsel veriler ortaya koyuyor.
Bireysel düşüncenin temelinde kıskançlık ve cimrilik bulunur. Kıskançlık ve cimrilik, bencillik duygusunu aşırı biçimde ön plana çıkarır. Bencillikte ise bireyin yalnızca kendisini ön plana çıkarma duygusu vardır. “Ben, yine ben, tekrar ben” istekli duygular kişinin toplumdan soyutlanmasına yol açar. Bireyselleşmenin çoğalması kırgın-küskün fertlerin oluşmasıyla uyumsuz topluma doğru gidişi hızlandırır.
Bizim kültürümüzde, Türk toplum yapısının ve İslam medeniyetinin gereği olarak yardımlaşma ön plandadır. Fitre ve zekât müessesesi, hediyeleşme kültürü bireyleri toplumsal birliktelikle kucaklar. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” düsturu her şeyi özetlemiyor mu?
Toplumumuzda bugün bile yaşatılan bizim mahalle kültürü, mahallenin yoksullarına ve güçsüzlerine destek olma temel prensibi üzerine kurulmuştur. Mahallede herkes yardım edilmesi gerekenleri bilir ve sağ elin verdiğini sol el görmeden, kutsal görev bilinciyle yardımı gerçekleştirir.
Köylerimizde ise ihtiyacı olan kişilere ve işini kavuşturamayan komşulara imece usulü yardıma gitmek toplumumuzun yüceliğini gösterir. Yangın, sel gibi bir aileyi etkileyen felaketlerde, komşuların temel ihtiyaçlarını görebilecek malzemenin kısa sürede toplanarak ihtiyaç sahibine ulaştırılması toplumsal bir gereklilikti. Bu, birlikte yaşama kültürünün medeniyetimizdeki önemini vurgulayan güzel bir örnek değil mi?
Ekonomik sıkıntıların önemli etkenlerinden biri de bireyselleşmedir. Beraber yaşama biçimi sonucu ortak kullanımların masrafları azalttığı bilinmektedir. Gelişen kentlilik bilinci bir arada yaşama kültürünün gereği olarak ortak kullanımları zorunlu kılmaktadır.
Dünyadaki iletişim araçlarının hızlı gelişimi ve yaygınlaşması bireyselleşmeyi tetiklemektedir. Böylece toplumsal ayrışım ekonomik giderleri çoğaltır.
Dünyada sık görülen ekonomik krizlerin batılı ülkelere göre, bizde daha sakin geçmesi medeniyetimizdeki yardımlaşma kültürünün yoğun yaşanmasından kaynaklanmaktadır.
Paylaşma duygusu, beraberinde sevgiyi taşıyan çok özel yaklaşımlar içerir. Paylaşmayı beyinlere yerleştirmek toplumsal sorunların birçoğunu yok eder. Paylaşma duygusu insanı bireyselleşmeden sosyalleşmeye götüren en doğru yoldur. Yanında sevgiyi omuz omuza götüren paylaşma, toplumsal kalkınmanın da en önemli itici gücüdür.
Paylaşabilen insan çevreyi, kısaca yaratılanı sever. Yüreği sevgi dolu insan ise üretken olur. Üreten ve paylaşan kimse yaşamdan zevk alır. Mutluluğun hâkim olduğu dünya insan için yaşanabilir ortam oluşturur.
Sanırım günümüz dünyasının sorunlarının çözümü burada yatmaktadır.