Düşüncenin oluşum ve bunun açıklanma süreci hiçbir anlamda kesintiye uğramamalı ve uğratılmamalı. Böyle bir ortam oluşmazsa, hangi düşüncenin yanlış, hangi düşüncenin doğru olduğuna birileri, bu devlet dahi olsa müdahale edildiği andan itibaren, düşünce ortamı çiçeklenmez ve çiçek açmaz. Doğal ortamı içerisinde yetişmeyen çiçeklerden değil de, önüne şeker özü içeriği konularak bal yapması istenilen arılar bal yapmasına bal yapar. Ancak bu baldan yiyen tek tek insanların ve toplumların kısa zamanda hastalandıkları görülmese de, zaman içerisinde bireylerin ve toplumların zehirlendikleri görülmüştür. Bu zehrin önemli bir payının da devletlereve kurumlarına yapışıldığı görülür.Görülürgörülmesine ama bu arada en çok zararı bizatihi,‘devletin’ kendisi ve ‘kurumları’ almış olurlar. Toplumların tarihi süreci içerisinde, bunların yüzlercesine şahitlik etmiştir.
Yüz yıla yakın bir tarihimiz bunun örnekleri ile doludur. Geçmiş tarihimizde onca doğal ortamları içerisinde bal verecek arılarımızın bal yapmasını engelleyerek,onları hapislere doldurup, onların yerine, önlerine şeker özü sürülmüş bal arılarının ballarının yedirilerek, yıllarca toplumumuzu hasta etmedik mi? Yalnız Toplumumuzu hasta etmekle kalmadık. Çiçek alanlarımızı yapay çiçeklerle, doğal kovanlarımızı sahte kovanlarla, bal arılarımızın asili yerine sahtelerini geçirerek, bu topluma yıllarca yalan söylemdik mi?
Bunca darbeler, darbe girişimleri, muhtıralar, siyasi partilerin yasaklanması, kapatılması, başbakanların bakanların hapsedilmesi, asılması kendi başına mı yapıldı zannediyoruz. Toplum, kurumları, bizatihi ‘devletin’ kendisi zehirlenmeseydi, kim bunlara cesaret edebilirdi? Bu darbeler, muhtıralar, siyasi parti yasaklamaları ve kapatılması sonucu, yüzbinlerce verimli, doğal ortamlarında bal yapıp bizleri hakiki balları ile ballandıracakları, dört duvar arasına damlara doldurup, yerine yapay balları; fetö terör örgütü gibi terör örgütlerini piyasaya sürenler kim? Bu yıllar arasında milyonlarca gencimizi nasılda heder ettik, heba ettik.Bu yapay tatlandırıcılarla.
Biliyorum başta toplumumuzun kendisi olmak üzere, devletimiz, kurumlarımız, hepimiz yıllarca süren bu yapay tatlandırıcılarla zehirlendik. Biliyorum sağalma halimiz uzunca sürecek. Sağalacağız. Ancak iyileşme halimizin uzun sürse de, iyi olacağımıza, sağalacağımız umutluyum, umudum tamdır. Çünkü bu toprakların insanlarına inancım tamdır. Tam da rahmetli anamın kasavetli günlerdedillendirdiği gibi. ‘Karanlıkların arasından aydınlığa çıkacağız, sabret, sabrın sonu selamet, yeter ki,sen doğru yoldan ayrılma.’ Dediği gibi.
Kadim kültürümüz bana bunu muştuluyor. Tarih bana bunu muştuluyor. Bakın başka toplumların tarihine. Hem de uzağa gitmeden yakın tarihlerine birlikte bir göz atalım. Birinci paylaşım savaşı 1914 yılından, ikinci paylaşım savaşının, 1945 yılının sonuna kadar.
- 1917 yılında, Rusya çarlarını devirmek için iç savaşını yaşadılar. Halklarını birbirlerine kırdı, geçirdiler. Komünist rejimini kurmak için.
- 1938 yılından başlayarak yakın komşularımız; Yunanistan, Bulgaristan bir iç savaş yaşadı. Almanya, İtalya, İspanya faşizme teslim olurken, bütün Avrupa ülkeleri hem birbirleri ile savaştılar hem iç savaşlarını, hem de öteki düşmanlığını faşizmlerini diğer ülkelere taşıdılar.
Daha hangi birini sayayım. Birde bize bakarak umudumun neden var olduğunu söyleyeyim.
- Onca emperyalist güçlerin ülkemizin dört bir yanını, 1914 yılından başlayarak, savaş ve işgallerine karşın, her ilimizköyümüz, bu emperyalistlere karşı bir direniş sergiledi. Top yekûn Anadolu halkı kendi kendini köy köy, şehir şehir, bölge bölge, Mustafa Kemal ve arkadaşları öncülüğünde örgütleyerek, örgütlenerek kurtuluş savaşını vererek bağımsızlığını ilan etti. Osmanlı Devleti’nin yerine, Yumuşak bir geçişle Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurarak, Cumhuriyetini ilan etti.
- Yüz yılar boyu bütün kimlik, inanç farklılıkları ile kapıştırmaya çalışıp bir iç savaş çıkarmaya çalışanlara karşı, bu bütün renkleri ile birlikte kardeşçe yaşamasını atalarımız bildi.
Şimdi bizlere atalarımızdan kalan bu olgun mirası daha ileri taşıyarak, bütün kimlik, inanç, siyasi, farklılıklarımızın, bütün renkleri ile birlikte devletimiz içinde yer alacak temsili adaleti sağlayacak ‘Düşünce Felsefesini’ birlikte ayağa kaldırmak.
Bunu başarabiliriz. Başarmalıyız da. Birbirimizle kavga ederek, düşünce tokuşturarak değil. Düşüncelerimiz önündeki engellerin neler olduğunu ortaklaştırarak, farklı düşüncelerimizi birbirimize, topluma, devlete savaş açarak, dayatarak değil, ‘ devlet erki ve egemenliği’ içerisinde, devletin egemenliğinin toplumla paylaşılması noktasında, bir düşünce ortamı yaratarak, yasal düzenlemeleri n yasallaşması sürecini hep birlikte başarabiliriz, yapmalıyız diye düşünüyorum.
Düşüncenin doğal ortamı içerisinde yeşermesinin yolunun birlikteliğimizi ayrıştırarak değil, birlikte geçtiğini unutmadan.
Başka düşünce ve önerileri olan varsa onu da tartışmaya her zaman açık olduğumu ifade etmek istiyorum. Yeter ki bir ‘düşünce felsefesi’ ortamını ortaklaşa kuralım.