Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze, inceden.
Sesin nerde kaldı, her günkü sesin
Unutulmuş güzel şarkılar için…
/ Ahmet Muhip DRANAS
Geçen gün bir arkadaşım, uzun bir aradan sonra Malatya merkeze yağan kar fotoğraflarını ve kar manzaralarına ilişkin şiirsel yazılara paylaşımlarımda neden yer vermediğimi sorunca, bu yazıyı yazmak elzem oldu. Doğanın bu güzel şiirine bakmak, yağan kar altında yürümek ve elbette güzel fotoğraflar çekmenin lüzumuna inanmak oldukça ince bir duygu. “Yaşıyor olmanın” bir estetiği vardır ve kar yağışı bir şehrin beyaza bürünmesi, ağaçların bembeyaz bir tuale dönüşmesi… “Kar yağınca insan beyaz düşünür!” cümlesi buradan çıktı ve bu yazının başlığı oldu.
Şehirlerin saçları kirlenir, dumandan, isten… Ses yoğunluğundan işitme duyusu tahrip olur… İtici bir duyguya kapılır insan. Yaşadığı şehirden çekip gitmek ister. Kuşların sesini duyamaz olur, göğün mavisine bakamaz olur. Tam da böylesi bir kötümser rüzgâr sizi kaplamışken, ufkunuzu karartırken bir sabah kar yağışıyla uyanırsınız. Şehir duvaklarını takmıştır, kuşlar balkonlarınızın demirinde pencerenize bakmaktadır. Kendinize gelirsiniz. Oldukça yumuşak ve güzel bir sessizlik kendi şarkısını mırıldamaktadır ve usul usul kar yağmaya devam etmektedir. Böyle günler nadirdir ve özlersiniz elbette. İşte böyle bir güne uyandık iki gün önce. Kendi şarkımıza, kendi sessizliğimize, kendi beyazlığımıza.
Önce şehrin saçlarını okşamak geldi içimizden. Parklara koştuk, içimize bu güzel havayı çektik. Fotoğraf makinemizin deklanşörüne bastık. Evet, bugünü kendimize ve şehrin güzelliğine ayırdık desek yanlış olmaz sanırım.
“Sırf unutmak için, unutmak ey kış!
Büyük yalnızlığını dünyanın,” diyor Dranas. Büyük bir yalnızlık değil midir hayat! Nihayetinde her dize, her cümle, her söz, her yüz kendine döner öncelikle… Kar, insanın kendinde yankılanmasıdır, bir şarkının içinde yürümesi, bir rüzgârın kantlarında sessizce üşümesidir.
Karlar sıcak sıcak saçlarına değince
Başını önüne eğince
Benim bu şiirimi anlayacaksın
Bu adam o adam gelip gider… diyor, Sezai Karakoç. Bir şiirin bir mevsime, kar yağışına düşmesi nedir, bunu şairler bilir. Gelip geçen her şey umursamasız bir yolculuk imgesidir. Gelip geçenler değil, kar manzarasıdır, kar takvimidir sizi konuşturan, susturan. Şiir bu ikilemden doğar…
Kar yağdı durmadan üç gün üç gece,
Tıkandı geçitler yollar kapandı.
Yalnızlığın buzdan çetelesinde
Kimseler umursamadı karı… Metin Altıok, yalnızlığın buz çetelesinden izliyor kar yağışını. Umursamayışın duygusuzluğuna karşın, dizelere sığınıyor ve kar yağışını “Dört yanım kar içinde…” inceliğine uzanıyor. Şarkısız geçen günlerin takvimini çizerek…
Beyaz ipek gibi yağdı kar
Bir kız kardan hafif yüreğiyle
Geçip gitti güvercinleri anımsatarak.
Uzaktaki şehir
Uykuya dalmıştır şimdi… Beyaz ipek gibi yağan kar tanelerinden dizeler dokuyor Ataol Behramoğlu. Bir şehrin uykuya dalışını, beyaz bir örtüye bürünmesini nakşediyor şiire.
Kar, sanatın esin kaynağı. Her şair bir kar yolculuğu yapmıştır mutlaka. Kardanşiir bir güzelleme ile, belki üşüyerek, belki susarak, belki hatırlayarak…