Her ne kadar günlük hayatta “seni çok iyi anladım” cümlesini çok sık kullansak da, bu cümle aslında tam bir işe yaramaz, sahte bir sözdür. Çünkü kimse kimseyi çok iyi anlayamaz… Biz kendimizi bile anlayamazken bir başkasını nasıl anlayabiliriz ki? Bu durumda bir başkasını tam anlamıyla anlamış olabilmek için onun o anda düşündüğü şeylerin aynısını düşünmüş olmalıyız. Anlattığının onda uyandırdığı hislerin aynılarını hissetmiş, onun ettiği gülüşün aynısını almış ya da onun döktüğü gözyaşlarıyla aynı miktarda gözyaşı dökmüş olmalıyız. Kendisini anladığını düşünenler vardır elbet, ama bu sadece yanılsamadır. Basit bir örnek vermek gerekirse; kime âşık olacağınızı seçemezsiniz. Birinin gözünün tutması başkadır, birini tanımak ise bambaşka.
İlk tanışmada kişi hakkında bir yargıya sahip oluruz. Ona karşı olumlu duygular sürdürebilir ama geçen zaman zarfında, ona karşı hoşnutsuz olabiliriz. İşte bu duygu değişkendir… Yalnız insan ise anlaşılıyor olmaktan söz edemez. Anlamak da, paylaşmak da sınırlıdır! “Anlamak” ve “Yalnızlık” kavramlarının tuhaf bir ilişkisi var, hem çok yakın, hem de asla aynı çatı altına girmiyorlar birlikte! Anlaşıldığını düşünen insanın yalnızlık duygusuyla… Yıllarca beraber olduğunuz, beraber yediğiniz içtiğiniz insanı ne kadar sevdiğimizi söyler, onu her şeyiyle kabul eder, hayatımıza dâhil ederiz. Gün gelir o insanla sorun yaşar, gördüklerimiz karşısında şaşırır ve “seni hiç tanımamışım” diyebiliriz. Her his, hissedene bir an ve bir tek şekille gelir. O şekil, anlara yayılarak açılır.
Her insan, yaratılmış tüm insanlardan farklıdır ve üstüne, yaşanan her an’da daha önce yaşanmış tüm anlardan farklıdır… Üstüne birde hissedilenler, değişir ve parçalanırlar. Bütünlük korunamaz, o nedenledir ki, bir insanın hissettiği şeyi, dışarıda kalan bir başkası, başka bir insan, aynen o insanın o anla birleşik olarak içinde var ettiği şekliyle, algılaması imkânsızdır. Ancak olan bitene dair edinimler elde edilebilir… Anlamak bir ortak dili gerektirir. Ortak dil ise, ortak yaşam, ortak bilgi, ortak birikim, ortak düş kimi yerde, ortak düşüş demektir… Ancak çok uçta ve aynı anda yaşanan şiddetli duyguları tam olarak anlayabilir insan; Örneğin, şiddetin, bilinmeyenin yarattığı korkuyu, birlikte yaşayınca anlayabiliriz… Aynı anda yaşanan kayıpların yarattığı acıyı anlayabiliriz… Sahnedeki gülünçlük aynı anda dudaklarımızda gülümseme yaratabilir…
Ama öyle duygularımız vardır ki, onların tek başına yaşanması gerekir, anlatmaya çabalamak basitleştirmekte, anlamsızlaştırmaktan başka işe yaramayacaktır. Anlaşılmamış olmanın sessiz çığlığı yankılanıyor, hepimizin içinde. Benzer görünen yaşamlarımız içinde, derin ayrılıklar yaşıyoruz. Anlamanın, anlaşılmanın büyüsü nereden gelir, neden bu denli büyük bir itkidir bilinmez. Ve sevmenin, sevilmenin bile önüne geçer, çoğu zaman, en yakınımızda olan insanın bile, anlamadığını gördüğümüzde şaşar kalırız! İşte bu, “kimse kimseyi çok iyi anlayamaz.” İnsan duygusal bir varlıktır. İlgiye, şefkate muhtaçtır her zaman. Bunun üzerine insanlarla, bağ kurar ilişkiler kurarız. Beklentiler karşılanır iyi olur. Dolayısı ile kötü insan yoktur ve size uyan, uyum gösteren, göstermeyen insan vardır. İnsanlar seni onlara, gösterdiğin kadar tanır, ötesini görebilen ya da görmek için, çaba sarf eden insan sayısı çok azdır. Tabi herkese kendini olduğu gibi tanıtmak istemez, insan kendine ya biraz gizem katar, ya biraz ego, ya biraz yalan… Kimse kimseyi çok iyi tanıyamaz diye düşünüyorum, bunu kabul etmek gerekiyor…