Göç zamanı.
Aşiret bu şanlı şöhretli.
Otuz altı köy, bir kasaba.
Bir ağayı çıkar gerisi hep maraba.
Yol, su, elektrik.
Motor, biçer, mibzer.
Bir bir geldiler.
On, on gittiler, yatak, yorgan...
Makina bu mübarek otomatik.
Eritti de, eritti...
Ağa oldu patron.
"Gayri ekmek kalmadı bize."
dedi.
Yatak yorgan toplandı.
Gayrı.
Ne amca ne dayı ne yeğen...
Ne insanlık.
Ne hazreti İbrahim,
Ne Şanlıurfa kabul etti.
Yokluğu, açlığı, çaresizliği.
Urfa cesur turizm.
Ver elini İstanbul.
Altı kız, son numara bir oğlan.
Zar zor bulmuştu onu da.
Toplamda sekiz baş.
Bir, bir buçuk yaş arayla düzülü.
İstanbul, Şişli arka sokaklar.
Kat, kat gecekondular.
Insanlar, insanlar, insanlar...
Fırat gibi.
Dicle gibi.
Renk, renk.
Boy boy.
Kadınlı erkekli akmakta.
Ne gecesi belli, ne gündüzü.
"Abidir." dedi.
Nasıl olsa o önceden gelmişti.
Tecrübeli yani.
"Bir iş bulur çalışırım."
"Allah vekil."
İş bulundu.
Ya Allah Bismillah.
Fabrikada bekçi.
Sigortalı hemde.
Hemde asgari ücretli.
Bildiği her dua okundu.
"Allah'ım sana şükürler olsun."
Dedi.
"Amin, amin, amin..."
Kendisi okudu, kendisi dinledi, kendisi inandı...
Bir maaş.
Sekiz baş, kira, faturalar...
Sofra, üst, baş.
Birde çocuklar.
Gece, gündüz bir oldu yetmedi.
Debelendi durdu.
Rıskı bekledi...
Ağladı çoğu zaman gizli gizli.
"Kadındır" dedi.
"Olmaz, olamaz" dedi.
"Ayıp, günah, dedi dinlemedi."
Dinletemedi.
Üstüne üstüne geldi bütün duvarlar.
En çokta insanlar.
Taa Siverek, konu, komşu tüm akrabalar.
Bir kendini dinledi.
Bir mideyi.
Bir Kadını.
Bir kızı.
Bir de parayı.
"Iki ben, iki kadın, iki kız eder altı."
Ne Siverek kaldı,
Ne hazreti İbrahim.
Ne töre.
Ne konu komşu, ne akraba...
"Bir ben, bir İstanbul, bir çocuklar."
dedi.
"Para, para" dedi.
Dil bilmezden
Yol bilmezden gelmişti.
"Kadın olmaz."
"Hele kız hiç olmaz demişti."
"Hem de el alem içinde."
"Bilmediğim, tanımadığım yerde."
"Çalıştırmam;"
"Tek başıma yeterim."
Demişti.
"Günah, yahu, günah."
Demişti.
Meydan okumuştu.
Kendine,
Aşirete, ağaya.
Ve İstanbul'a.
"Allahın izniyle" demişti.
Çalıştırmam karıyı, kızı." diye.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştu.
Ne çare.
Hayat bu.
Sekiz boğaz, sekiz can.
Hemide kız başına.
Dil bilmez, yol bilmez.
Ne eş, ne dost, ne akraba.
Nede kardeş.
Herkes bir başına dolanmakta.
Can boğazda.
Can başa bela.
Siverek nere!
Şişli, beyoğlu, taksim nere!
Hangisi cennet.
Hangisi cehennem.
Düşündü, düşündü, düşündü...
İnad onu.
O inadı bıraktı.