Yaşamımızın hemen hemen her alanında karşımıza çıkan şiddet, çığ gibi giderek büyüyen ve önüne geçilmeyen bir şekilde birçoğumuzun hayatını, fiziksel ve ruhsal sağlığını, huzurunu ve mutluluğunu etkileyen gizli bir tehlike olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. Tehlikenin büyüklüğünü kavrayabilmek adına, yılda 1,6 milyondan fazla sayıda insanın şiddet yüzünden hayatını kaybettiğini vurgulamak büyük bir önem teşkil ediyor…
(DSÖ) Dünya Sağlık Örgütü; Şiddetin bu denli yaygın olması da, ne yazık ki yaşamın aslında kaçınılmaz bir parçasıymış gibi, sessiz bir kabulü de beraberinde getiriyor. Şiddeti bu denli görmezden gelmenin önemli sebeplerinden biri aslında şiddet kavramının, şiddet probleminin ne olduğuna ilişkin zihinlerde net bir tanımının olmamasıdır. Aile içi şiddetin bir insan hakları ihlali olduğu göz önünde bulundurularak şiddet uygulayanlara ve şiddet mağdurlarına, bu açıdan bakılması gerekir.
Aile içi şiddet günümüzde çoğunlukla erkek tarafından kadına uygulanan şiddet şeklinde görülmektedir. Aile içi şiddet genel olarak “aile içinde bir bireyin hayatının, bedeninin, psikolojik bütünlüğünün ya da özgürlüğünün güç ya da zor kullanılarak tehlikeye uğratılması” şeklinde tanımlanabilir. Ne yazık ki erkek tarafından kadına yönelik şiddet sadece fiziksel şiddetle kalmayıp, diğer şiddet türleriyle de beraber uygulandığından, bu durum “birbirini besleyen ve üreten mekanizmalardan oluşan bir şiddet çemberi oluşturmaktadır.”
Türkiye’de şiddetin bir ‘terbiye’ biçimi olarak algılanması, bunun hem aile içinde hem de kamusal yaşamda, meşru olarak görülmesi şiddetin hem yeniden üretilmesine, hem de gizlenmesine yol açtığı tartışmasını destekleyen veriler de vardır.
Yapılan bir araştırmada, 10 kadından 9’u erkeğin şiddet uygulamasının hiçbir haklı nedeni olmadığını ve şiddet uygulayan erkeklere ceza verilmesini istemektedir. Ayrıca kadınların aileye kocalarından daha çok gelir getirmesinin dayak riskinin en az iki misli artırdığı ve çocukken tanık olunan veya maruz kalınan şiddetin, erkeklerin şiddet uygulama olasılığını, iki kat artırdığına bulunan önemli bulgular arasındadır.
Aile içi şiddetin ne derece yaygın olduğu söz konusu olduğunda kadının mağduriyetinin, ön plana çıkıyor olmasının elbette ki belirli dayanakları vardır.
Çocukluk çağında da aile içi şiddete, maruz kalma ve tanık olma ve bunun çocuklar için ne büyük psikolojik risk taşıdığını da unutmamak gerekir. Aile içinde kadının yaşadığı şiddeti önlemek ya da ona müdahale edebilmek, ilk olarak onu ortaya çıkaran risk etmenlerini belirlemeyi gerektirir. Bu bağlamda, birçok çalışmanın ortak sonucu olarak erkeğin kadına şiddet uygulamasındaki en temel etmenlerden biri özellikle erkeğin kendi ailesine de şiddet içeren bir ortama (özellikle babası annesine şiddet uygulamışsa) maruz kalmış olması ve alkol kullanımının yüksek olmasıdır.
Bu sonuçlar, annesi ve babası arasında yaşanan şiddete maruz kalan çocuğun kolaylıkla anneye tekrarlayan bir şekilde şiddet uygulayan ‘saldırgan’ babayla özdeşleştiğini ifade etmektedir.
Buna göre çocuk her ne kadar babasını olumlu görerek özdeşim kurma eğiliminde olsa da, onu öfke ve korku kaynağı olarak görmeye başlayacak, sorunların ancak öfke ve saldırganlık yoluyla çözülebileceğini dolaylı yoldan öğrenecektir.
Unutulmamalıdır ki, şiddet mağduru her çocuk ileride şiddet uygulama riski yüksek olan birer bireydir. Aile içi şiddetle mücadelede önemli olan şiddetin ortaya çıkmadan bastırılması ve ortaya çıkmış olan şiddet mağdurlarına gerekli tüm hukuki ve sosyal desteğin verilmesidir. Toplumda şiddet gören çocuk sayısı ne kadar azaltılabilirse, bu çocukların yetişkin olduklarında kendi ailelerine şiddet uygulama ihtimali de o oranda azalacaktır…