Çağımızın en büyük sorunlarından biri, insanın kendi içindeki hırsları, egoları ve bitip tükenmek bilmeyen istekleri olsa gerek. Bahsedilen bu olumsuz duygulardan dolayı kendi düşüncelerinden gayrısına "tü kaka" deyip şuursuzca saldırdıkca saldırıyor. Kendince amacı iyilestirerek teselli buluyor. Oluşan sonucu görmezden geliyor. Olması gereken bakış açımızı değiştirebilmek.
Günümüz dünyasında çoğu insan, olup bitenleri hızla tüketiyor; olaylara, insanlara, haberlere göz ucuyla bakıp geçiyoruz. Oysa bakışlarımız sadece görme eylemi değil, bir yorumlama biçimidir. Nasıl baktığımız, aslında ne gördüğümüzü belirler. “Güzel bakmak, güzel görmek demektir” sözü de tam olarak bunu anlatır: Hayata hangi pencereden bakarsak, gördüğümüz manzara da o kadar güzelleşir veya o kadar çirkinleşir. Mesele güzel bakmakta değil midir?
Bir çocuğun resmine bakan iki kişiyi düşünün; biri sadece boyaları ve çizgileri görürken, diğeri onun hayal gücünü, emeğini ve masumiyetini hissedebilir. İkinci kişi “güzel bakmayı” becermiştir ve dolayısıyla gördüğü şey de güzelleşmiştir. Yani gözün gördüğü kadar, gönlün hissettiği de önemlidir.
Güzel bakmak, insanlara karşı ön yargıları bırakmak, kusurların yanında iyi yönleri de fark etmek, en olumsuz tabloda bile bir umut ışığı bulabilmek demektir. Bu bir saflık değil, bir tercihtir. Çünkü bu bakış açısı hem karşıdakini hem de bizi iyileştirir.
Toplum olarak da buna ihtiyaç duyuyoruz. Haberlerde, sosyal medyada, siyasette hep olumsuzlukları, kusurları, kötülükleri öne çıkaran bir dil var. Biraz da güzel bakmayı, iyi olanı öne çıkarmayı öğrenirsek hem kendimizi hem de çevremizi dönüştürebiliriz.
Belki de bu yüzden “güzel görmek” sadece gözün değil, yüreğin işidir. Kötülükleri yok saymak değil, güzellikleri görmezden gelmemek anlamına gelir. Dünyayı değiştirmek için büyük güçlere değil, bazen sadece başka türlü bakmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Saygılarımla...