Dostlar, bugün siyasetin değişim fırtınasından uzaklaşıp yaşanan gerçeklik üzerine bir şeyler paylaşmak istiyorum.

Umutsuzluğun ve çaresizliğin gözlerde apaçık belli olduğu konteynerlerde yaşam. Konteynerde, ailesini geçindirmek zorunda olan ve belli bir yaşa gelmiş olan insanlara, biraz dikkatle baktığımızda yüz çizgilerinde, vücut dillerinde, gözlerinde tükenmişliğe ve ümitsizliğe şahit olursunuz. Tabi buda yaş guruplarına göre değişebilir. Çocuklar, bu olayı henüz gerçek anlamıyla algılamadığından, yaşamı biraz daha lay lay lom geçiştirebilir. Ama sorumluluk üstlenmesi gerekenler de durum biraz daha farklıdır. Bu insanlar, yaşamın zorlu ve daha da zorlaşan koşullarıyla boğuşmak zorundadırlar. Yiyecek, giyecek bulmak, sağlık sorunlarını halletmek, artan ev kiralarına karşı durmak kısaca yaşam koşullarına uyum göstermek, iyileştirmek zorundadırlar. Gelecekle ilgili var olabilme sorunlarını çözmek zorundadırlar. Buna ne sağlıkları ne de gittikçe ağırlaşan ekonomik koşulları elvermektedir. İşte bu korku endişe dolu yarınlar, yaşam sevgisini yok etmektedir. Yaşama tutunacak sadece ailesi ve zorunlu sorumlulukları olmasa ah bir olmasa…

İnsanlar sessizleşti ve duyarsılaştılar. Neredeyse hiçbir olaya tepki vermiyorlar. Bu insanlar bireysel olarak sadece canlılığını sürdürmeye çalışıyorlar. Korkuyor, sindirilmişliği iliklerine kadar hissediyorlar. Bana dokunmayan yılan kırk bin yıl yaşasın cenderesi içinde öz yaşamlarına tutunmaya çalışıyorlar. Bilinmiyor ki insanın sessizliği en büyük vedadır, yok oluşudur.

Bu zorlu yaşam kavgasında doğal seleksiyon sonucu ya yok olup gidecek ya da ayakta kalacaktır. Ne yazık ki içinde yaşanılan hayat buna fırsat vermiyordu. Yirmi bir metrekarelik yaşam alanları, kavurucu sıcaklar, ülkenin ekonomik koşulları bitmek ve tükenmek bilmeyen ihtiyaçlar, sağlık sorunları gittikçe içinden çıkılmaz bir durum oluşturmaktadır. Bu konteynerlerde kendilerine uzanacak sıcacık bir el umutlarını yeşertecek, ama nerede bu el? Bir buzdolabı, klima gibi zorunlu ihtiyaçları bile karşılanamaz durumda. Esat Kormaz’ın da dediği gibi ‘’Hiçliğin gölgesi yaşam olduğuna göre ölüm yaşama âşıktır.’’ Önemli olan yaşamla ölüm arasında ki bu süreci, insanlar için gülebilecekleri hale getirmektir

Gün geçecek yarın olacak, yarın diğer güne devredecek ama boş. Yarınların getireceği çuval boş. Hayat gittikçe çekilmezliğe doğru sürükleniyor. Selamlar içten değil, çiçekler korkuyla kokularını salıveriyor, düşünceler suçlu, düşünenler kelepçeli, var olmak anlamsız. Depremler sadece binaları değil bizleri yıktı. İçimizdeki canavarları ortaya çıkardı. Umutsuzlukla savrulu verdik bilinmezliğe doğru.

Geriye kalan umut. Evet, umutla yaşamak insanları ayakta tutan yaşanan günlerin olumsuzlukları değil, yaşanılası günlerle ilgili beklentilerdir. Belki bir gün…. Umudu insanları yaşama bağlar. Yaşamdan zevk almasını sağlar. Tutunur yaşama geleceğe olan inançla.

Aslında beklenilen zaten mükemmel bir hayat değil, dürüst insanlar,içten selamlar, hepsi bu kadar.Kahkahaların bir biriyle yarıştığı özlem ile güzel ülkem için, yürekleri atan, elleri nasır, alınları kara, yemyeşil bir ülke hayal eden (hala)ülkem insanlarına selam ile…

Ayas Hakkı