İnsanlar ile akarsuların hayatı arasında benzerlik beni hep düşündürmüştür.
Küçük bir kaynak suyu, yatağında ilerleyerek büyür akarsu haline gelir. Kendisine yakın kaynakların katılımı giderek güçlenmesini, büyümesini sağlar. Yatağında yoluna devam ederken geçtiği bölgelerdeki diğer küçük su kaynaklarının katılımıyla çoğalarak menziline ulaşmaya çalışır.
Yolculuğu sırasında yatağını derinden ve kıyılarından aşındırarak götürebileceği taşı-toprağı sürükler. Suların bol olduğu dönemlerde nehirlerin taşkınlık yaparak yatağının dışındaki bölgeleri olumsuz etkilediğini gözlemliyoruz. Akarsuların bu durumlarda çevresine zarar verdiğini söyleyebiliriz.
İnsanoğlu doğar; ailesi, akrabaları ve komşularıyla sosyal bir çevrede hayatını sürdürür. Bebeklik, çocukluk, gençlik dönemini yaşarken hayat yolunda ilerler. Tıpkı yeni doğan ve kaynaktan akarsuya dönüşen su gibi.
İnsan hayatı boyunca toplumsal yaşamda yerini almak zorundadır. Bu süreçte iyi-kötü ilişkileri olabilir. Bazen taşkınlık yapar çevresindeki insanlara zarar verebilir. Hayatının böyle evrelerinde hem kendisini hem de çevresini yıpratır. Belki de istemeyerek kendi ömrünü kısaltır.
Belli tecrübeleri kazandıktan sonra insanların sakinleştiği ve çevresiyle daha uyumlu olduğu gözlemlenir.
Nehirler de baharda coşkun akar. Yaz sonuna doğru suyu azalınca sakinleştiklerini görürüz. Hırçınlıkları gider, çevrelerini yıkarak aktıkları delicoş hallerinden eser kalmaz; uysallaşır, olgunlaşır.
Ben bunu insan ömrüne benzetiyorum. İnsanlar da genç iken zapt olmaz, bir coşkunluk içindedirler. Yerlerinde duramazlar. Bu nedenle deli kanlı deriz. Ne de olsa kanları deli akar. Kız olsun-erkek olsun hiç fark etmez.
Nehirler akarken yataklarında rastladıkları kayalara çarpınca köpürürler. Adeta hiddetlenirler. Sen benim yoluma nasıl engel olarak çıkarsın dercesine taşlara, kayalara çarpar; çarptıkça köpürüp etrafa saçılırlar. Belki de o an, bu küçük kayalara, taşlara gücünün yeteceğini ve onları sürükleyip götürebileceğini düşünür. Ama bu akarsu, kocaman sarp kayaların yanından geçerken, aynı hiddeti ve sertliği göstermez. O sırada sakinleşir. Sessiz ve usulca yoluna devam eder.
İnsanlar da güçlerinin yetmeyeceğini sandıkları kişilerin yanında aynı tavrı sergilemezler mi? Sus-pus olmazlar mı? Elbette olurlar.
Bu nedenle akarsular ile insan hayatı arasında birçok benzerlik bulurum. Sanki kaderleri, huyları aynıdır. Hırçınlıkları, sertlikleri uysallıkları benzerdir. İnsanlar mı nehirleri örnek aldı yoksa nehirler mi insanı bilemem.
Kayalara çarptıkça köpüren akarsu hız kaybeder. Suları etrafa saçıldıkça taşıdığı suyun da bir kısmı yok olur.
İnsanlarda hiddetlenip hırslandıkça kendi bedenlerine ve beyinlerine zarar verirler. Hırstan düşünme kabiliyetlerini yitirirler. Kendilerine hem sosyal hem de biyolojik anlamda zararları olur. Bu yüzden demezler mi “keskin sirke küpüne zarar verir” diye. Hâlbuki sakin akan su ile mutedil yaşayan insan, menziline daha güvenli ve sağlıklı olarak ulaşır.
Akarsu, yatağında yoluna devam ederken geçtiği yöredeki diğer akarsularla birleşir. Böylece kazanımlar elde eder. Kendisinin ilk doğduğu kaynaktan başka birçok kaynağın suyuyla birleşerek çoğalmış olur. Böylece farklı topraklardan doğan, farklı minareler taşıyan su kaynakları birleşip bir topluluk oluşturur.
Genç insan ömrünün belli bir evresinde karşı cinsten biriyle evlenerek yuva kurar. Ailesi, yeni akrabaları, komşuları oluşur. Farklı aile ve kültürlerden gelen insanlarla birlikte yaşamayı öğrenmek zorundadır. Aksi takdirde toplumdan dışlanır. Çevresine uyum sağlayan insan kalabalığa karışarak toplumun bir parçası olur.
Akarsular sevgiliye ulaşmak istercesine koşarak denizlere ulaşır. Hiç tereddüt etmeden hedefe odaklanır, hiçbir engel tanımaz. Sevdiğine kavuşmanın vermiş olduğu coşkuyla durgunlaşır ve ebedî huzura kavuşur.
İster fırtınalı, ister sakin olsun, insanoğlu yaşadığı hayatın sonuna geldiğinde gerçek sevgiliye ulaşarak hak dünyada yerini alır.
Sizce de insan ve nehir yaşamı benzeşmiyor mu?